9 Ekim 2008 Perşembe

İNSANLIK İÇİN ÜÇ BÜYÜK TEHLİKE
Behzat ŞAŞAL
Martin Lüter King: “İnsanlar kuşlar gibi uçmasını, balıklar gibi yüzmesini öğrendiler; ama kardeşçe yaşamasını öğrenemediler” diyor.
Çok güzel bir görüş, çok güzel bir sözle ortaya konmuş; iyi ama neden, niçin?
Bunun araştırılması ve sebeblerinin ortaya konması gerekiyor.
Bizce insanların kardeşçe yaşamaları için kardeşçe duyguların oluşması, oluşturulması gerekir.
Oysa hayatımızda bunun tam tersi yapılmaktadır.
Bırakın düşmanlar arasında kardeşlik duygusunun oluşturulmasını, öz be öz kardeşler arasında düşmanlık yaratmak için her şey yapılmaktadır.
İnsanlara, insanlık ve insancıl duyguların yok olmasına birçok etkenler sebep olmaktadır.
Biz bu etkenleri genel olarak üç ana madde üzerinde açıklamaya çalışacağız.
1-İnsanların, maddeleştirilmesi, maddileştirilmesi;
İnsana, kendi yapısı yalnızca maddeleştirilerek tanıtıp öğretildi, yani insan, 206 adet iskelet denilen kemikten ve onun etrafını saran adına organ denilen bir takım et parçalarından oluşmuş biyolojik yapılı bir et yığını olarak anlatılıp öğretildi. Oysa insanı insan yapan anatomisini oluşturan o et değil, o et yığınının iç yapısında bulunan ve adına manevi denilen değerlerdir.
İnsan beden yapısının içindeki manevi değerler hiç dikkate alınmadan, insan yalnız madde olarak ele alınmış ve değerlendirilmiştir. İnsana da bu kabul ettirilmiş veya ettirilmeye çalışılmıştır.
Oysa fert olarak insanın ve dolayısı ile bütün insanlığın madde yapısına olduğu kadar, manevi değerlere de ihtiyacı olduğu unutulmakta ve hattâ unutturulmaktadır. İnsanların kardeşçe yaşayabilmesi için, madde yapısı kadar manevi yapısının da korunması ve bunların her ikisi bir ahenk ve bir uyum içinde birbirini bütünleyici, tamamlayıcı şekilde birlikte yaşaması sağlanmalıdır. Ne de tek maddecilik ne tek başına maneviyatçılık mutlu olmasına ve kardeşçe yaşamasına yeterli değildir, tam aksine insanlar manevi inançlardan uzaklaştırılarak yalnızca maddileştirilmeye doğru götürülmektedir.
İnsanlarda manevi inançların ve özellikle sevgi duygusunun yok olmasında en büyük etken, kapitalist ekonomi sisteminin felsefesi ve anlayışı. Çünkü kapitalizmde tek amaç kazanmaktır. Kazan da nasıl kazanırsan kazan. Ticarette amaç elbette kazanmaktır kaybetmek değil. Ama bazı kazanmak anlayışı ve felsefesi insanlığı aldatarak kandırarak kazanmak üzerine inşa edilmiştir. Ne reklamı olursa olsun bütün reklamlara dikkat ediniz, reklamlardaki temel anlayış ve temel yöneliş insanların zayıf taraflarını yakalamak, onların bu zayıf taraflarından faydalanarak mallarını satmaktır. Bunda her türlü aldatmak oyunları oynanmaktadır.
Kazanmak hırsı uğrunda oynanan oyunlar bu uğurda yapılan işlemler insanların manevi i-
özellikle sevgi duygularını yok etmektedir. Hem öylesine ki, bırakın tanımadığı insanları, baba oğul, ağabey kardeş birbirlerini acımasızca aldatma, kandırma oyunları oynamaktadırlar. Bu gibi davranışlar insanlardaki manevi inançları ve sevgi duygusunu yok etmekte, İnsanlarda sevgi duygusu yok olduğu zaman da o insanların bütün insancıl duyguları da yok olmaktadır.
İnsanların kardeşçe yaşaması birbirlerine kardeşçe sevgi duymaları ile mümkündür. Bizce Peygamberimiz Hz. Muhammed (SAV.), bu duruma iki hadisi şerif ile ne güzel ortaya koymuştur -“Kendiniz için sevdiğiniz şeyleri kardeşleriniz için de sevmedikçe tam mümin olamazsınız.” veya; -“İman etmedikçe mümin olamazsınız, insanları sevmedikçe de iman etmiş sayılmazsınız.”
Elbette kapitalizm olacaktır ve ticaret yapılacaktır. Unutmayalım ki Peygamberimiz de ticaretle uğraşmış ve ticareti teşvik etmiş bir insandır. Ama bu kapitalizmin işleyişi ve ticaret anlayışı peygamberimizin usulünce ve insanları aldatmak, kandırmak üzerine değil, onları memnun ve mutlu edici tarzda; yani dinî veya insancıl bir anlayışla karşılıklı helallik içinde olmalıdır.
Sosyal veya ticari olsun bütün ilişkilerimiz kardeşçe sevgi duygusuna dayanmalıdır.
Özellikle öğretim ve eğitim sistemimiz kardeşçe sevgi duygusunu öğretici, kazandırıcı şeklinde düzenlenmelidir. İnsanlara kalıplaşmış dini bilgilerden daha çok ve öncelikle “insanlık sevgisi, evrensel kardeşlik sevgisi” verilmeli ve öğretilmelidir. Özellikle insanlara verilen ve verilecek din bilgisi Allah korkusu üzerine değil, Allah sevgisi üzerine olmalıdır.
İnsanda en güçlü ve en kuvvetli duygu sevgi duygusudur. İçinizde ne kadar kuvvetli kıskançlık, kin, intikam gibi benzeri duygular olursa olun ufak bir sevgi duygusu içinizdeki bu ve buna benzer bütün olumsuz duyguları yok eder. Bir bilge kişi “Bir gram sevgi, bin gram bilgiden üstündür.” diyor. İnsanlar ve toplumlar arasındaki bütün kötülükler, kavgalar, savaşlar sevgi duygusu noksanlığından ileri gelmektedir. İnsanlığa yapılacak en büyük hizmet, insanlara karşı kardeşçe sevgi duygusu kazandırılması olacaktır. İnsanlara kardeşçe duyulan evrensel sevgi dışındaki bütün çalışmalar ne kadar iyi niyetli olursa olsun boş çabalardır, “Akıntıya kürek çekmektir.” İnsanlık için, geleceğimiz için bütün çaba ve çalışmalarımız insanlara evrensel kardeşlik duygularının, kardeşçe sevgilerin kazandırılması üzerine olmalıdır.
2-Suni Beslenme;
Suni Uygulamalarla yetiştirilen suni gıdalarla beslenen insan bedenindeki hücrelerin iç yapısında meydana gelen olumsuz etkiler, kalp ve beyin hücreleri üzerinde olumsuz etkilerde bulunmaktadır. Bu olumsuz etkilenmeleri kabul etmiyoruz, etmek istemiyor veya bu gibi etkilenme düşüncesini ilmî bulmuyor ve ısrarla diyoruz ki; lütfen insanlar arasında iki grup oluşturunuz, bir grubu yalnızca tabiî besinlerle, ikinci grubu da tamamen suni besinlerle besleyin ve aradaki farkı görünüz. Suni gıdaların insan bedeninde ve dolayısı ile psikolojik yapısında yaptığı değişimleri dikkate alınız. Bunun için diyoruz ki insanlar az yemeli, ancak tabii gıdalarla beslenmelidir.
Suni gıdaların burada yeterince belirtemediğimiz olumsuz etkileri önlenmedikçe insanların kardeşçe, mutlu, huzurlu yaşamaları imkânsız denecek kadar azdır.
3-Haksız Kazanç;
İnsanlar şu veya bu şekilde başkalarını aldatarak kandırarak kazanç peşinde oldukça ve bu haksız daha doğrusu haram kazançla beslendikleri müddetçe söz konusu ettiğimiz olumsuz etkilerden oluşumlardan kurtulamazlar; kurtulmaları da mümkün değildir.
Çünkü bozulma yozlaşma içerden olmaktadır.
Haksız kazanç, haram lokma yedikçe de bunların hücrelerimiz dolayısı ile bedenimizin içyapısında yaptığı biyolojik ve psikolojik olumsuz etkileşimlerden insanoğlu kendini kurtaramaz. Bu olumsuz etkilerden kurtulmadıkça da insanların, sağlıklı, mutlu ve huzurlu olabilme imkânı yok gibidir.
Özet Olarak;
İnsanların yapılarında, tabiatından gelen güzel ve sağlıklı özellikleri ile manevi özellikleri korunmalıdır. Manevi değerler hiçbir zaman maddi çıkarlar uğrunda harcanmamalı, ziyan edilip kaybedilmemelidir. İnsanların tabiî maddi ve manevi değerlerinin olumsuz etkilerle bozulması önlenmelidir. Bu önleme insanların birbirlerine kardeşçe davranışlarını da oluşturacaktır.
Burada yazdıklarımı yalnızca dinî açıdan bakarak değil, ilmî açıdan inceleyip değerlendirilmelidir. Bu değerlendirme de, söz konusu ettiğim etkileri hücre yapımızın içyapısında meydana gelen değişimleri inceleyerek yapılmalıdır. Bu olumsuz etkileşim ve değişimlerin insanlar üzerinde yaptığı etkiler incelenmelidir.
İnsanların ve insanlığın barış içinde mutlu, huzurlu ve kardeşçe yaşamasını istiyorsak, insanın tabiî yapısının bozulmamasına dikkat etmeliyiz; bozulursa, insanda da birçok şeyin bozulduğunu bilmeliyiz ve bu bozulmaları dikkate almalıyız.
İnsanın, insanlığın sağlığı, mutluluğu ve huzuru tabiat kanunlarına dikkatli bir uyumla mümkündür. Tabiatın verdiğini suni etkileşimlerle bozarsanız, zararını tabiat değil insanlık çekecektir ve çekmektedir. Aklımızı kullanıp, ne tabiata ne de kendimize çektirelim...
Kaynak:
ERCİYES Ekim 2006 Sayı: 346, 21-22. s..
bkey="ilhangul1919.c2d462238c9dbae418db3ee9d1a62f05";

7 Ekim 2008 Salı

AYIP OLMUYOR MU?...
Behzat ŞAŞAL
İçimizdeki bazı çevrelerce akıl almadık yalan ve iftiralarla hakaret edilerek yok edilmek istenen Atatürk için yabancı siyaset ve ilim adamlarının söylediklerine bir bakın ;
İstanbulda bir konferans veren Amerikalı tarih profesorü Justin Mc Carty :“ Atatürk olmasaydı, Türk belki Özbekistanda olurdu, ama Trakya ve Anadoluda kalmazdı.100 yılda tüm civar büyük coğrafyadan sürülmüş ve katledilmiş Türklerin Konya ovasından sürülmeleri ve atılmaları ne kadar sürerdi sanıyorsunuz ?
Ne Türk ne de Türkiye kalırdı.
Mustafa Kemal sadece ülkeyi kurtarmadı, Türk neslini de kurtardı.” diyerek şu açıklamayı yapıyor;“1800-1922 arası çok kötü bir yüzyıl olmuştur.
Bu süreç içinde bir çok müslüman ülkeleri yok edilmiş ve bu dönemde 5 milyon 381 bin müslüman göç etmek zorunda kalmış, 5 milyon 60 bin müslüman öldürülmüştür.
Bu ibret tablosu karşısında sormak gerekiyor.
Mustafa Kemalin itildiği Konya ovasını gözler önüne getirin. Bir yüzyılda nereden nereye gelinmiş!
Ben size diyorum ki, Atatürk olmasaydı, Türk kalmazdı. Atatürk diyebilirdi ki, ben Selanik’e kadar gidiyorum. Herkes arkasından giderdi. Hayır, o büyük önder Türklerin ne kadar acı çektiğini, ne bedel ödediğini biliyordu.
O tam tersine, düşmanlıkları, nefreti unutmasını ulusuna telkin etti. Ve sadece büyük bir insanın söyleyebileceği “Yurtta barış dünyada barış”sözünü söyledi.” diyor.
Pakistanın kurucularından Muhammed İkbal Atatürk için, “ O yalnızca Türk toplumunun Atası değil, bütün mazlum ülkelerin ve şarkın da atasıdır.” demiştir.Kur’an tercümesini insanlık alemine kazandıran Nezir Ahmet ile Feth Muhammed Han bu büyük eserini Atatürk’e “İslam dünyasının müncisi (Selamete çıkaran, kurtaran) Atatürk hazretlerine yadigardır.” diyerek ithaf etmiştir.
Dünyanın bütün bilim adamları, hatta savaşta yendiği düşmanları bile Atatürk’ ü takdir edip saygı gösterirken, bizde bazı çevrelerin Atatürk düşmanı olmaları doğrusu akıl alacak gibi değil.Bu Atatürk düşmanlığının kökenindeki nedenler nelerdir?Bunun üzerinde bilimsel olarak dikkatle durulması ve bu çelişkinin açıklanması gerekir.
Bu durum incelendiğinde ve bu düşmanlığın özünde, dini inançların savunulmasından daha çok, bazı gizli menfaatlerin, çıkarların etkin rol oynadığı görülecektir.Kısacası, Atatürk bütün dünya aydınları tarafından takdir edilip saygıyla anılırken, bizim (bazı çevrelerce) hakaret edilmesi ayıp olmuyor mu ?