18 Kasım 2013 Pazartesi

Behzat ŞAŞAL, ANAYURT Yazıları.. 2. BÖLÜM

Atom Hücre ve Frekans
-II-
Bütün bu ve buna benzer soruların cevabını verebilmek için, öncelikle atom ve hücrenin ortak karakteristik özellikleri nedir? sorusuna cevap vermemiz gerekir.
İnsan başta olmak üzere, hücresel yapıdan oluşan bütün canlıların biyolojik ve fiziksel yapısı olan hücre incelendiği zaman, canlı varlıkların fonksiyon ve kimyasının da anlaşılmasının temelini oluşturur. Yani canlıların yapısının kimyasal ve hücresel iki ana yapıdan oluştuğunu görüyoruz. Hücrenin yapısını da kimyasal yapıdan ayırmak imkansız denecek kadar güçtür. Çünkü hücre yapısının içinde de kimyasal dediğimiz yapılar bulunmaktadır. Çünkü hücre zarı, protein, karbonhidrat ve yağ moleküllerinden yapılmış olup, canlıda devamlı hareket halindedir. Lütfen dikkat edin. Hücreye girip çıkan kimyasal maddeleri kontrol eder. Hücre zarı neyi nasıl ve niçin kontrol yapmaktadır? Hücrenin içine hücreye zarar verecek şeylerin girmesini denetleyip kontrol etmektedir. Bu kontrolün içinde cansız, ölü denilen faydasız nesneler de dahildir. Atom, cansız, ölü işe yaramayan şeyler ise hücre zarı bunları da hücrenin içine sokmaz. Demek ki, atom, cansız, ölü bir işe yaramayan bir nesne değil ki hücre onu kapılarını açıp içeri almaktadır.
Bu durumda şu soruyu soralım. Hücre ile atom arasındaki bu uyum ve iş birliği nedir?
Bu iş birliğini görebilmemiz ve değerlendirebilmemiz için atom ve hücrenin iç yapılarını ve bu iç yapılarından kaynaklanan oluşum ve işlemleri çok iyi bilmemiz gerekir. burada tekrar yazmamıza gerek yok, atomun ve hücrenin içindeki parçacıkları bir düşününce gözünüzün önüne getirin. Atomun içindeki parçacıklar da hücrenin içindeki parçacıklarda devamlı hareket  halinde bulunmaktadırlar. Hele ölü, cansız dediğimiz atomun içindeki hareketin hızlılığına ve atomun içindeki enerjiye akıl erecek gibi değil. Demek ki bu durumda atomun da, hücrenin de ortak karakteristik özelliği her ikisinin de iç yapısındaki hareketlilik ve bu hareketlilikten doğan çevrelerine yayınladıkları titreşimsel hareketleri, yani bir başka deyişle yayınladıkları frekanslarıdır. İşte, atomda, hücre de çevrelerine yayınladıkları bu frekanslarıyla bir hayatiyet bir canlılık vermektedirler. İşte vücudumuzdaki canlılık, kuvvet ve enerji vücudumuzdaki atom ve hücre yapımızın birlikte yayınladıkları bu frekanslardan kaynaklanmaktadır.
Peki, bu frekansların etkinliği vücudumuzda nasıl azalıyor veya artıyor? Bu frekansların azalması ve kuvvetlenmesinde etkin olan nedir?
Buna verilecek en kısa ve en güzel cevap, beynimiz yani düşüncelerimizdir.
Düşüncelerimiz de içinde bulunduğumuz durumlara göre değişkenlikler gösteren bir durumdur. Bu değişkenlikte moral durumumuzun büyük etkinliği vardır. peki, insan yaşamında çok büyük etkinliği olan “moral” ne demektir? Moral denen şey insana ve insan yapısına nalsı etkilemektedir?
Moral, çok kısa ve öz olarak insanın içinde var olan içsel güçlerini yani manevi inançlarını güçlendirmek demektir. İnsanın bu iç güçlerini harekete geçirerek o insana cesaret duygusunu kazandırmak demektir. Halk deyimiyle insanı yüreklendirmek demektir.
Bu nasıl olmaktadır?
İnsanın aklına, beynine hitap ederek onun beynine yani düşüncelerini etkilemek suretiyle olmaktadır. İnsanlar üzerinde, yapıcı güzellikler ifade eden etkili sözcükler, davranışların insan üzerinde bıraktığı olumlu etkiye mola diyoruz. Böylesine yapıcı, olumlu duygular içinde bulunan insanın beyin yapısı başta olmak üzere kalbi ve diğer organları bu olumlu ve yapıcılığın etkisi altına girer. Bu etki altında beyin çok daha yapıcı düşünceler üretir ve bu yapıcı düşünceler de iç organlarımıza, dolayısı ile beden yapımızı etkiler. Bu durumlarda beynimiz, kalbimiz ve diğer organlarımız birbirlerine uygun, dengeli frekanslar yayınlar ve bu frekanslar bizde dengeli, uyumlu davranışlara yöneltir.
Moral bozukluğu denilen durumlarda da bunun tam tersine beynimize olumsuz sözcükler ve davranışlarla etkileyerek beynimizin olumsuz düşünmesine neden olur. bu düşüncelerde kalbimiz ve diğer iç organlarımızı olumsuz etkileyerek,  başta beynimiz olmak üzere kalbimiz ve organlarımız uyumsuz,  dengesiz frekanslar yayınlamaya başlarlar.
Dengesiz ve uyumsuz bu frekanslar da dengemizi bozar ve bizim dengesiz davranışlarda ve kararlar almamızda etkili olurlar.
Kısacası olumlu ve olumsuz bütün duygu ve düşüncelerimiz, kendi durumlarına uygun frekanslar yayınlarlar ve bu frekanslar da hücrelerimize, organlarımıza ve dolayısıyla bütün beden yapımızı etkileyebilir. Bu etkileme olayında en hızlı ve en kuvvetli şekilde etkileyen inançlarımızdır ve özellikle iman derecesinde kuvvetli inançlarımızdır.
Birçok orduların veya kişilerin kendinden kat be kat kuvvetli olan orduları, kişileri yenmelerinin nedeni iman derecesindeki inançlarıdır. Bizim kurtuluş savaşını kazanmamızda en kuvvetli etken bu iman derecesinde inancımız olmuştur. Karşı devletler veya kişiler karşısındaki orduları veya kişileri yenmek için öncelikle onların manevi inançlarını yıkmaya, yok etmeye çalışır.  Karşı tarafın moral yapısını yani kendisine olan güven duygusuna yıktığınız an onu yenmiş sayılırsınız, çünkü en ufak bir darbede yıkılır gider.
İnsanlara ve toplumlara çok çabuk etkileyen ve çok çabuk kuvvet, enerji haline dönüşen inançlar vardır. bu inançlar din ve Allah inancı, vatan, milliyetçilik inancı gibi benzeri inançlardır. Allah inancı genetik yapımız içindeki şifreler içinde var olduğundan, Allah uğrunda yapılan dua ve ibadetlerde genetik yapımız içindeki şifreler içinde var olduğundan, Allah uğrunda yapılan dua ve ibadetlerde genetik yapımız içindeki bu duadan her şeyden daha çabuk etkilenir.
Hücrelerimiz içindeki genetik yapımızla, atomlarımız içindeki kuantum yapımız birbirleriyle eşdeğer işlevler gördüğünden Allah inancıyla yapılan dua ve ibadetlerden her ikisi de aynı oranda etkilenmektedir. Dua ve ibadetlerden sonra insan vücudu çok daha huzur denilen duygu içinde olur. çünkü yapımızı oluşturan genetik yapımızla kuantum yapımız aynı frekanslar içinde bulunurlar. Dikkat ederseniz bir insan hiçbir çıkar ve karşılık  beklemeden başkalarına yaptığı iyilikler karşısında da aynı huzuru duyar. Çünkü vücudumuzu oluşturan genetik ve kuantum yapımız iyilik, güzellik, doğruluğa göre şifrelenmiştir. Din ve Allah inancıyla olsun veya olmasın bir insan birilerine özellikle hiç tanımadığı bilmediği insanlara hiç karşılıkla, çıkar  beklemeden bir iyilik, güzellik ve doğru bir hareket yaptığı zaman içinde tarifi imkansız bir rahatlama ve huzur duygusu duyar. Aksine bir kötülük yaptığı zaman da yine anlamını bilmediği bir rahatsızlık ve huzursuzluk duyar. Gerçi bu duygular içinde yaşadığımız bu çağda oldukça değişime uğramış görüntüsü vermektedir. Bunun nedenleri de apayrı bir yazı konusu ama çok özet olarak da değinmeden geçemeyeceğim.
İnsanlarda olumsuz yöndeki bu değişimin başlıca genel anlamda iki nedeni bulunmaktadır. birincisi biyolojik bozulma, tabiattan elde edilen doğal beslenme ile değil, üretilmiş gıdalar, vücut yapımızdaki hücresel yapımızı genetik yapımıza kadar bozmaktadır. Biyolojik bozulmanın bir başka etkisi de, yediklerimizin helal mal ve helal kazançla elde edilmiş olmaması. Çünkü haram malda ve haram kazançta, madur durumda kalan kişilerin olumsuz düşüncelerle yayınladıkları olumsuz frekanslar doğal frekansları bozmaktadır. Bu durumda vücut yapımızda bir takım dengesizliklere, uyumsuzluklara neden olmaktadır.
İkincisi psikolojik bozulma. Düşüncelerimizi, iyilikten, güzellikten ve doğruluk alanından saptırarak olumsuz düşünceler içine girmemiz hatta bu olumsuz düşünceleri benimsememiz, onları yaşamımızın gereği haline getirmemizi ısrarla ve defalarca düşüncelerimizle yayınladığımız frekansla beden yapımıza, hücrelerimize hatta genetik ve kuantum yapımıza gelinceye dek etkilediğimizi belirtmiştik. İşte benimsediğimiz bu olumsuz düşünceler öylesine egemen olmaktadır ki, bizde önceki iyi, güzel, doğru düşüncelerimize üstün gelerek olumsuz etkinliğiyle egemen olmaktadır. Bu egemenlikte gördüğünüz gibi yaşamımıza etkilediği gibi beden yapımızı da etkilemektedir.
Cinsel sapıklıkların, homoseksüelliğin artışının bir nedenini de bu durumlarda aramalıyız. Bu durum, düşüncelerin etkilemesi ve etkilenmesine en güzel örnektir.
Tabiattaki Gizli Güç
Şimdi bizim bu açıklamalarımızı bazı çevreler bilimsel bulmayabilir ve bu açıklamalara bilimsel bulmadıkları için karşı çıkabilirler. Bu gibi kişilere, daha bilimsel deneylerle elde edilmiş bazı sonuçları bilgilerine sunalım.
Vereceğim bilimsel deneyler, daha önce söz ettiğim “Bitkilerin gizli yaşamı” kitaptan olacaktır.
Biliyorsunuz, tarım alanında ve ağaçlandırma işlemlerinde aşılama denilen bir uygulama bulunmaktadır. ağaçlarda yapılan aşılama uygulaması sonucunda yapılan bir bilimsel araştırmada, aşılamak için bir ağaçtan alınan küçük dal parçasına “çelik” denilir. Çelik parçasının alındığı ağaca “Ana” ağaç, çeliğin aşılandığı ağaca da “yavru” ağaç diyelim. Elektronik aletlerle yapılan bir incelemede aşılama işleminin yapıldığı andan itibaren, ana ağaçtan yavru ağaca doğru bir biyomanyetik dalga akımının oluştuğu görülmüştür. Yani aşı alınan ağaçla aşılanan ağaç arasında manyetik bir bağlantı, bir iletişim olgusunun oluştuğu saptanmıştır.
Fransız bilim adamları, bu aşılanma olayında aşı veren ana ağaçla aşılanan yavru ağaç arasındaki bu biyomanyetik iletişim olayının uzaklığının ne olabileceğini merak ediyorlar ve sonunda bunu deniyorlar. Siz de hafızanızı bir yoklayın, aşı veren ağaçla aşılanan ağaç arasındaki bu biyomanyetik bağlantının, iletişimin uzaklığı ne olabilir? düşünebiliyor musunuz?
Fransa topraklarında bulunan bir ağaçtan aşı yapmak için bir aşı çubuğu alınıyor ve bu çubuk Güney Amerika’da aynı cins bir ağaca aşı yapılıyor. Ve bu iki ağaç arasında bir biyomanyetik bağlantının, iletişimin kurulduğunu hayretler içinde tespit ediyorlar.
İşte aşılanan ağaçlar arasında oluşan bağlantı ve iletişim olayı, insanlar arasında da özellikle genetik bağları bulunan insanlar arasında da bu bağlantı ve iletişim olayı olmaktadır. Anlattığımız olayda özbaba ile çocuk arasındaki olumlu çocukla üvey baba arasındaki olumsuz bağlantı ve iletişimin nedeni genler arasındaki bağlantı ve iletişimdir. Genler arası bu bağlantı ve iletişim olayı normal koşullardan çok, olağanüstü olaylarda meydana gelmektedir. Örneğin, bir anne, kendisinden çok uzaktaki çocuğunun başına gelen çok iyi veya çok kötü bir olayı algılayabilmektedir. Belirttiğimiz gibi bu normal koşullarda değil olağan üstü olaylarda olmaktadır. Ve her zamanda muhakkak olacaktır şartı da söz  konusu değildir. Bu genellikle karşılıklı düşünüldüğünde telepatik algılama gibi oluşan bir olaydır. Çünkü olağanüstü olaylarda genetik yapılardan olağanüstü güçlü frekanslar yayınlanır.
Şimdi bu oluşumu yeni genler arası genetik bağlantısı, iletişimi ve etkileşimi daha genelleştirerek açıklamak istersek. Evrende bitki olsun, hayvan ve insan olsun, hem cinsleri arasında genetik bağlantıları nedeniyle, aralarında bir bağlantı, iletişim ve etkileşim içinde bulunmaktadırlar. Dünyamızda da genetik yapısı olmayan bir varlık olmadığına göre aralarında bağlantı, iletişim ve etkileşim olmayan varlık da yok demektir. Yani gen yapısına sahip bütün varlıklar arasında, kendi hem cinsleri arasında, bir bağlantı, iletişim ve etkileşim bulunmaktadır.
Peki bu genetik yapıların  toplamı nereye bağlıdır, nereyle iletişim ve etkileşim içindedir?
Genetik yapılar, genetik yapıları oluşturan bir güce bağlıdır.
Bu güçte Allah’tır. Bunun böyle olduğunu da Kur’an’daki şu ayetlerle biliyor ve kabul ediyoruz.
·                                “Kur’an, tabiat kanunları için Allah’ın ilahi kanunlarıdır diyor”.
·                                “Düşünen bir toplum için, bu bitkilerde elbette alınacak dersler vardır”
NAHL Sur. 16/11
·                                “Yeryüzünde yürüyen hiçbir hayvan ve iki kanadıyla uçan hiçbir kuş yoktur ki onlar da sizin gibi (Allah’ın) birer ümmeti olmasınlar…
ENAM Sur. 6/38
Buraya kadar yaptığımız açıklamalarla kur’an ayetleri arasındaki bağlantıyı siz kurunuz ve kararınızı kendiniz veriniz.
KUANTUM ve MANEVİYAT
*
TAMAMI VE DAVAMI İÇİN "LÜTFEN" TIKLAYINIZ
http://behzat-sasal.blogspot.com/2013/11/behzat-sasal-anayurt-yazlar.html

VEYA BAKINIZ "ANAYURT YAZILARI" SAYFASI

ANAYURT YAZILARI: 1. BÖLÜM

DİN ÜZERİNDE YAPILAN BÜYÜK YANLIŞLIKLAR,
-I-
İnsanoğlunun toplumsal yaşama geçişinden bugüne dek olsun, bundan sonraki yaşamımızda olsun, yaşamı üzerindeki en büyük etkenlerden birisi ve belki de birincisi DİN ve DİNİ İNANÇLAR’dır. Ve yine toplumlar arasındaki birçok savaşların temel kaynağı olarak din faktörü rol oynamıştır veya en azından öyle gösterilmiştir.
İnsanoğlunun DİN üzerinde yaptığı en büyük yanlışlık tek DİNİ çoğul DİNLER haline dönüştürmesidir. Çünkü dünyamızda dinler değil bir TEK din vardır. o din de birliğe yani TEK’liğine inanılan Allah’ın koyduğu, vaaz ettiği dindir.
Bütün insanlar bir Tek Allah varlığına inanmakta ve bütün insanlık hangi din inancı görüntüsü altında olursa olsun, o bir “tek” Allah’a dua ve ibadet etmektedir. Çünkü ortada bir başka Allah yoktur.
Ortada bir Tek Allah olduğuna ve bütün insanlık da bu bir tek Allah’a inandığına göre bu değişik din ve dinler anlayışı nereden çıkmıştır?
Bu, insanoğlunun elle tutup gözle gördüğü şeylere daha fazla değer vermesinden ve ona inanma duygusundan kaynaklanmaktadır. Çok din inancı; insanların, gözle görüp elle tutamadığı Allah’a değil, elle tutup gözle gördüğü onun peygamberlerine daha fazla önem verip ona inanmalarından kaynaklanmıştır. İnsanlar peygamberlerine öylesine inanıp ona öylesine bağlandılar ki, peygamberler inanç dünyasında Allah inancının önüne geçti. İnsanlar savaşları veya toplumları Allah inançlarına göre değerlendirdiler. Ve “senin peygamberin, benim peygamberim” girdabı içine girdiler. Peygamberlerin Allah tarafından görevlendirilmiş bir insan olduğunu unuttular. Peygamberlerini Allah yerine koydular. Yaşamlarını ve savaşlarını Allah’a göre değil Peygamberlerine göre düzenlediler ve değerlendirdiler. Bunun sonucu olarak insanoğlu şu gerçeği gözünden kaçırdı. Bütün peygamberlerin aynı Allah’ı anlatıp öğretmeye çalıştığı gerçeği unutuldu. Nihayetinde peygamberler de bizim gibi birer insandı. Yalnız bizlerden üstün özellikleri olan insanlardı ki Allah onları aramızdan peygamber olarak seçip görevlendirmiştir. Ama ne kadar üstün özellikleri olurlarsa olsunlar nihayet onlar da birer insandı. İnsanda bulunan bütün zaaflar, hatalar, kusurlar az da olsa onlarda da vardı. peygamberimiz Hz. Muhammed bu durumu hadislerinde defalarca ve ısrarla belirtmiştir. Örneğin “Ancak bir kulum (insanım) ben, dininize ait bir şeyi emredersem o emri yerine getirin, fakat kendiliğimden, kendi reyimle dünyanız için bir buyruk verirsem, insanım ancak (yanılabilirim) demiştir. (Celaleyn: C. 1 s. 85).
“Ancak bir kulum ben, bir kul gibi yerim, kul gibi içerim, kul gibi otururum” (Celaleyn: C1 s. 80).
“Ben Kureyş kabilesinden, kurumuş etle geçinen bir kadının oğluyum ancak” (Şifa C. 1 s. 103).
Hz. Muhammed ve diğer bütün peygamberler birer insandı. Ve insanların bir özelliği de sevdiği kişileri kusursuz, eksiksiz görüp onu alabildiğine yüceltmesi, sevmediklerini ise yine olmadık kusurlar hatalar bularak suçlamasıdır. İşte, insanları dinler ve peygamberler arasında oluşturduğu olay budur. İnananlar ve sevenler inandıkları ve sevdikleri peygamberlerini olabildiğince yükseltip yüceltmesi, inanmadıkları ve sevmedikleri peygamberi ise yine olabildiğince aşağılayıp değersizleştirme gayreti ve hatta yarışı içinde bulunmuşlar ve bulunmaktadırlar. İşte dinler arası ayrılıklar, düşmanlıklar ve savaşların kaynağı; insanoğlunun peygamber olarak inandığı, sevdiği kişileri abartılı olarak yükseltmesi, sevmesi, buna karşılık başka peygamberleri de abartılı olarak değersizleştirmesi, aşağılamasından kaynaklanmaktadır.
Bu durumu günlük sosyal yaşamımızda da rahatlıkla görebilirsiniz. Bakınız sosyal yaşamımıza, partiler, dernekler, kulüpler ve benzeri sosyal kuruluşlar genellikle genel başkanları ile birlikte değerlendirilir. Öylesine ki genel başkan kim ise, o kuruluş o kişi ile bütünleştirilir, birleştirilir ve özdeş hale getirilir. Örneğin bir parti, bir kulüp veya dernek tenkit edildiğinde genel başkan, genel başkan tenkit edildiğinde parti, kulüp veya dernek tenkit edilmiş olur. onları birbirinden ayıramazlar, birbirlerine kaynaşmış gibi birlikte değerlendirilirler. İşte din ve dini inançlar alanında da aynı hata, aynı yanlışlık yapılmaktadır. Peygamber denilen kişiler, yaymakla görevlendirildikleri dini ve dini inançlarla öylesine bütünleştirilip özdeş hale getirilmiştir. Sevmediği ve inanmadığı dini ve dini inançları yıpratmak isteyen kişiler, doğrudan doğruya peygamberleri hedef almakta, peygamberleri tenkit edilerek o peygamberin yaydığı din ve dini inançlar yıpratılmaktadır. Ve bu arada yapılan en büyük hata ve yanlışlık, peygamberlerin din adına ortaya koydukları ana felsefe ana amaç gözden kaçırılmakta, dikkate alınmamaktadır.
2 – 12 – 2005
Behzat ŞAŞAL
Din üzerinde yapılan büyük yanlışlıklar
Örneğin, peygamber olsun veya olmasın, din veya dini inançların temsilcisi kabul edilen kişilerin, yaymak istedikleri dini ve dini inançlarını bakın nasıl ifade etmişler. Lütfen, dinlerin birer anayasası olarak kabul edebileceğimiz bu maddeleri süratle okuyup geçmeyiniz, hepsinin üzerinde teker teker düşününüz, hem de günlerce düşününüz. Yanlışlarınızı, yanılgılarınızı ve hatalarınızı görünüz.
Dinlerin Ortak Noktası
TAOİZM: Komşunun kazancını kendi kazancın gibi, onun zararını kendi zararın gibi kabul et.
(Ta’i Shang Kan Ying Pien)
HİNDUİZM: İşte en yüksek kanun budur. Sana yapılmasını istemediğin şeyi sen de başkalarına yapma.
(Maha Borate 5 – 1517)
BUDİZM: Sana acı veren şeyle başkalarını incitme.
(Undanavarga: 5 – 18)
KONFİÇYÜSLÜK: Sana başkalarının yapmasını istemediğin şeyi sen de başkalarına yapma.
(Analeots: 5 -23)
ZERDÜŞLÜK: Yalnız kendisi için kötü olan şeyi komşusuna yapmayan insan iyi insandır.
(Dadistan- I Dimik: 945)
YAHUDİLİK: Sana ıstırap veren şeyi başkalarına yapma. Tevrat’ın esası budur. Gerisi güzel laftan ibarettir.
(Talmud)
HIRİSTİYANLIK: İnsanların senin gibi yapmalarını istediğin her şeyi sen de onlar için yap. Bu peygamberler kanunudur.
(Mata İncili: 7 – 12)
İSLAMİYET: Kendiniz için sevmediğiniz şeyi kardeşiniz için de sevmedikçe hiçbiriniz mümin olamazsınız. (veya)
* İman etmedikçe mümin olamazsınız, insanları sevmedikçe de iman etmiş sayılmazsınız.
(Hadis-i Şerif)
*
TAMAMI VE DAVAMI İÇİN "LÜTFEN" TIKLAYINIZ
http://behzat-sasal.blogspot.com/2013/11/behzat-sasal-anayurt-yazlar.html

VEYA BAKINIZ "ANAYURT YAZILARI" SAYFASI

18 Mart 2013 Pazartesi

ZAFERİMİZ KUTLU OLSUN !...

DEĞERLİ DOSTLARIM
Osmanlı İmparatorluğunun son zaferi, Mustafa Kemal'i Anafartalar Kahramanı olarak Türk milleti ile buluşturan; Millî Mücadele'nin ve Kurtuluş Savamızın kıvılcımı, Türkiye Cumhuriyeti’nin üzerinde yükseldiği şanlı ve imanlı temel ÇANAKKALE ZAFERİ’nin 98. yıldönümünü yürekten kutluyorum. 
Vatanları, milletleri, inançları, namusları ve onurları için  bir gül bahçesine girercesine bu aziz vatan toprağının bağrına giren 250 bin vatan evladını rahmetle ve milletle anıyor, ruhları şad ve mekanları cennet olsun diyorum.
**
Behzat ŞAŞAL
Araştırmacı, Şair - Yazar, Şehir Plancısı - Mimar