10 Şubat 2009 Salı

DOĞADA VE İNSANDA KRİTİK NOKTA
Behzat ŞAŞAL
İnsanoğlu başta olmak üzere dünyamızdaki bütün varlıkların bir kritik noktası vardır. O kritik noktaya yaklaşıldığında o varlıkta fiziksel ve kimyasal değişim başlar. Kritik nokta aşıldığı zaman ise o varlık –madde– tam anlamı ile fiziksel ve kimyasal değişime uğrar.
İnsanoğlundaki bu kritik nokta nasıl bir kritik noktadır ve insanı nasıl etkilemektedir? Kritik noktanın aşılması insanda ne gibi değişimler yapmaktadır?
Bütün maddelerin bir kritik noktası olduğu gibi insanında bir kritik noktası vardır. Yalnız, maddedeki kritik nokta ile insandaki kritik nokta arasındaki fark, maddedeki kritik nokta aşıldığında o madde genellikle tanınamayacak oranda değişime uğrayabilir. Fakat insan yapısında kritik nokta aşıldığında değişim, insanın fizik yapısından daha çok ruhsal –psikolojik– yapısında meydana gelmektedir. Çünkü, insana insanlık niteliklerini kazandıran onun bedensel,yani biyolojik yapısı değil ruhsal yapısıdır. Modern bilimde buna psikolojik yapı denilmektedir.
İnanın, vurulmalar ve kırılmalar dışında, insandaki biyolojik hastalıkların %90’dan fazlası psikolojik, yani ruhsal kaynaklıdır.
Bunu içindir ki hasta bir insanın tedavisine, biyolojik yapısından önce psikolojik yapısının tedavisi ile başlanması çok daha olumlu sonuçlar vereceği inancındayız. Çünkü, biyolojik hastalıkların özünde psikolojik hastalıklar bulunmaktadır. Bir insanın psikolojik yapısı kuvvetlendirilmeden o insanın sağlığına kavuşması hemen hemen imkânsızdır diyebiliriz.
Peki, insandaki bu kritik noktayı oluşturan nedir?
Buna verilecek cevap tek kelime ile DÜŞÜNCELERDİR.
Çünkü, biyolojik yapı başta olmak üzere insanın yaşamına etkileyen DÜŞÜNCELER’ dir.
DÜŞÜNCE bir enerjidir. Tıpkı günlük yaşamımızda kullandığımız elektrik enerjisi gibi bir enerjidir. Bilim alnında da varlığı kabul edilen bu enerjiye “Biomanyetik enerji”, “Bioelektromanyetik enerji”, “bioenerji” gibi benzeri isimler verilmektedir.
Bilimsel olarak olsun, halk arasında olsun, ne ad verilirse verilsin anlatılmak istenen ÖZ’de aynı şeydir.
Beynimiz düşüncelerimizi, kâlbimiz duygu ve hislerimizi, bedenimiz bedensel varlığımızı yansıtan bir enerji yayınlamaktadır. Biz burada kısaca bedenimizin merkezi ve santralı olan beynimizin yayınladığı manyetik dalgalar ve işlevleri üzerinde duracağız.
Beynimiz, akıl almayacak kadar güçlü ve etkin bir potansiyel enerjiye sahip bir organımızdır. Ve yine beynimiz teknolojik olarak yapılması ve ulaşılması mümkün olmayan bir bilgisayar sistemine sahiptir. Beynimizin çalışma sisteminden ve kapasitesinden size basit birkaç örnek vermekle yetineceğim.
Bir konu üzerinde düşündüğümüzde ve beynimize dışardan bir bilgi geldiğinde o bilgiyi ve düşünceyi algılayan beyin hücrelerimizin her biri, bilginin etkinliğine göre 10 bin ile 26 bin hücre ile bağlantı kurmakta ve iletişime geçmektedir.
Beyin hücrelerimizin bu uyarısı ile düşüncelerimiz bir saniyenin dörtte birinden daha kısa zamanda, 13 salisede kan hücrelerimize etkilemektedir.
Beynimiz günde 86 milyar, bir ömür süresi içinde de 100 trilyon bilgiyi belleğinde depolama kapasitesine sahip bulunmaktadır.
Beynimiz, bir düşüncenin veya olayın etkinlik durumuna göre onu 15 saniye tutar, eğer bilgi kalıcı, etkin bir güçte ise değilse onu 15 saniye sonra hafızadan yani bellekten siler.
Tıp biliminde beynimizin elektrosu çekildiğini biliyorsunuz. Bu uygulama, beynimizin bir elektromanyetik dalga yayınladığının da bilimsel olarak kanıtıdır. Yalnız burada, tıp bilimi başta olmak üzere bu konuda inceleme yapan diğer bilim dallarının da dikkate almadığı ve dolayısıyla yanıldığı bir husus bulunmaktadır. Bu husus, elektronik aletlerle ölçülen beynimizdeki elektromanyetik dalgaların dikkate alınmayacak kadar küçük değerde ölçülmesidir. Oysa, biyoelektromanyetik dalgaların düşünme yoğunlaşması ile hücreler arasındaki iletişimin artması sonucu hesaplanamayacak kadar bir güç kazanabildiği hususu dikkate alınmamaktadır. Yaşamda bu uygulamaya “ Konsantre olmak”, “Yoga yapmak”, “Transa girmek”, “Meditasyon yapmak” gibi çeşitli isimler verilmektedir. Biz bu ve diğer yazılarımızda bu uygulamaya “Düşünce yoğunlaşması” diyeceğiz. Bu duruma göre burada, düşünce yoğunlaşmasının ne olduğunu gayet basite indirgeyerek ve genellemeler içinde özetleyerek açıklamaya çalışalım.
Dini inançlarımızda Tefekkür dediğimiz yoğun düşünme eylemine girdiğimizde, beynimizdeki ilgili merkezdeki hücrelerin her birinin çevrelerindeki 10 bin ile 26 bin hücre ile bağlantı kurduğunu belirtmiştik. Konu üzerinde düşünmenin yoğunluğu oranında hücreler arasında bağlantı hemen hemen bütün beyni kapsayacak düzeye erişmektedir. Bu birleşmeler sonucudur ki düşünülen şey her ne ise, onunla ilgili biomanyetik dalgalar güçlenerek çevresinde etkin hale gelebilmektedir.Çünkü,bir düşünce yoğunlaşmasında beynimizde 10 ila 13 trilyon hücreler arası bağlantı kurulmaktadır ve dolayısıyla beynimizdeki bioenerji veya bioelektriksel güç bu bağlantı oranında artmaktadır.Bir hücre 0,002 miliamperlik manyetik güce sahip olduğuna göre ,bunu 10 veya 13 trilyonla çarparsanız bir düşünce yoğunlaşmamızda beynimizde oluşabilen bioenerjiyi veye bioelktriksel gücü hesaplamış ve görmüş olursunuz.
Günlük yaşamımızda kullandığımız elektronik dalgalarla, bioelektromanyetik dalgalar arasında işlevleri bakımından bir fark bulunmamaktadır. Eğer, işlev ve etkinlik bakımından aralarında bir fark söz konucu edilirse bu fark biomanyetik dalgalar lehinde olur. Çünkü, biomanyetik dalgalarımızı bizler düşünme gücümüzle akıl almaz bir oranda ve etkinlikle artırabilmekteyiz.
Günlük yaşamımızda ve teknolojide elektrik akımlarını nasıl değişik aparatlarla değişik amaçlarda kullanabiliyorsak, biomanyetik dalgalarımızı da düşünme denilen araçla istediğimiz amaçta kullanabilmekteyiz. Örneğin ; düşüncelerimizi yoğunlaştırarak bir organımız üzerine yöneltirsek, yoğunlaşma oranına göre yayınladığımız biomanyetik dalgalarımız o organ üzerinde bir ültraviyole veya lazer ışınları gibi etkin olabilmektedir. Burada önemli olan bizim düşüncelerimizin niteliğidir, yani iyimser-kötümser, yapıcı-yıkıcı veya olumlu-olumsuz şekilde olmasıdır.
Bir insanın olumlu veya olumsuz oluşu ise tamamen onun düşünce yapısından kaynaklanan bir olaydır. Örneğin,aynı manzaraya, aynı olaylara bakıldığı halde bazı insanların o manzara veya olayın iyi güzel tarafını görürken, bazı insanların ise tam tersine çirkinliği ve kötülüğü görmesi gibi.
NEDEN? Neden aynı manzaraya, aynı olaylara bakıldığı halde insanlar tarafından değişik, hatta birbirinin tam tersi görlüyor veya yorumlanıyor.?. Şüphesiz bu durum, o manzara ve o olaylara bakan kişilerin düşüncelerinden kaynaklanmaktadır. Çünkü beyin yapımız öyle bir sistemle çalışmaktadır ki, biz ona ne tür bir mesaj gönderirsek beyin o mesajlar üzerinde yorum ve ayrım yapmadan o mesajı aynen alır ve hiçbir değişim yapmadan etrafına yayınlar. Hem de aldığı o mesajı düşünce yoğunlaşmamıza göre güçlendirerek yayınlar.
Beyin hücrelerimizi, günlük yaşamımızda kullandığımız mercimek büyüklüğündeki pilciklere benzetelim. Bilirsiniz ki bu pilcikler ne tür bir elektrik akımıyla doldurulduysa o elektrik akımını yayınlayarak boşalırlar.
Beyin yapımızı oluşturan hücre yapısı da bu küçük pilcikler de hangi tür düşünce akımıyla doluyorsa o tür düşünceleri yayınlayarak boşalırlar.
Beynimiz ve beynimizi oluşturan hücre yapımızın teknik pillerden bir farklı özelliği de; eğer aldığı veya ürettiği yeni düşüncelerin yapısı eski düşüncelerin yapısının yarısından fazlasını aşarsa,o beyin ve hücreleri artık o düşünce yapısına adapte olur.Bunun sonucu olarak yüklendiği bu yeni düşünceleri ÜRETEREK durmadan etrafına yayınlar. İşte bu aşma sınırına düşüncelerin veye beynin “Kritik noktası”, “Kritik sınırı” denir.
Bir başka değişle beynimizin kritik noktası, hangi tür bir düşünce, beynimizdeki mevcut düşünce potansiyel yapısınnın yarısından fazlasını aştı ise, beynimizin düşünce yapısı o düşünce yapısının emrine girmiş demektir. Bu alanda vereceğimiz rakam bilimsel bir rakam olamayıp fikir vermek amacıyla verilmiş bir rakam olacaktır.
Örneğin ; bir insanın bir konu üzerindeki düşünme hacmini 100 rakamı ile değerlendirelim. Bu düşünme hacminin %51 oranına kritik nokta veya kritik sınır diyelim. 100 rakamı ile değerlendirilen bu düşünme hacminin yalnızca bir düşünce türü ile %51 den fazlasının aşılması durumuna kritik noktasının aşılması denir.
Bir insanın düşünce sınırındaki bu kritik nokta aşılırsa ne olur?
Düşüncede kritik sınırının aşılması demek, beynin kritik sınırı aşan düşüncelere adapte olması,yani onunla dolması demektir. Beyin yapısının özelliği de, dolduğu düşünceyi yansıtarak boşalmasıdır. Örneğin ; beyin yapısı, karamsar, kötümser yani olumsuz duygu düşüncelerle dolarak kritik noktayı aşıyorsa, bu duygu düşünceleri üretir ve yayınlar. Veya bunun tersi olarak bir insanın beyni mutluluk, huzur, iyimserlik gibi olumlu duygu ve düşüncelerle kritik noktayı aşıyorsa o insanın beyin yapısı bu duygu düşünceleri üreterek yayınlar. Bu duruma en güzel örnek de, hiç tanımadığımız ve ilk kez gördüğümüz bazı insanların yanında bulunmaktan tedirginlik duyar ve rahatsız oluruz. O kişinin yanından uzaklaşmak isteğini duyarız, bazı insanların yanında da bulunmaktan nedenini açıklayamadığımız bir huzur ve rahatlık duyarız, böyle insanların yanından uzaklaşmak istemeyiz.
Bunun da nedeni; o kişilerin, içinde bulundukları düşünce ve ruhsal yapılarına uygun manyetik dalgala yayınlamalarından kaynaklanmaktadır. Bunun içindir ki mutsuz ve kirli düşünceli insanlar, olumsuz hiçbir faaliyette bulunmasalar bile bulundukları çevreye duygu düşünceleri ile mutsuzluk ve kirlilik yayarlar. Bunun tersi olarak iyimser ve mutlu insanlar da çevrelerine huzur ve mutluluk verici biomanyetik dalgalar yayınlarlar.
Din kitabımız Kur’ anda bunun doğruluğunu kanıtlayan birçok ayet bulunmaktadır.
“Siz, açıklasanız da, gizleseniz de,biz sizin kâlbinizden geçenleri biliriz.”
“Siz, yaptıklarınızın gizli kalacağını mı sanıyorsunuz, biz sizin düşündüklerinizi bile biliriz.”
Hele Kur’ anın birçok yerinde “DÜŞÜNCELERİNİZDEN SORUMLUSUNUZ” mealinde ayetler bulunmaktadır. Bilimsel olarak da bu ayetlerden de anlaşılmaktadır ki, eğer düşüncelerimiz olumsuz duygu ve düşüncelerle kirli ise, bu kirlilik fiziki kirlilik gibi,çevresini manyetik kirlilik içine sokmakta ve bizi dinî bakından da günahkâr yapabilmektedir.
Sağlıklı yaşam için doğanın fiziksel temizliğine ne kadar gereksinme varsa,bundan daha fazla olarak insanoğlunun manyetik temizliğe de ihtiyacı vardır. Çünkü, bu her iki kirlilik de birbirine olumsuz etkileyen, birbiri içinde olan fasit bir daire gibidir. Bunun içindir ki bireysel ve toplumsal olarak mutlu ve sağlıklı yaşamak için öncelikle manyetik kirlilikten kurtulmak gerekir. Bir başka değişle manyetik kirlilik içine girmemek gerekir.
Peki, manyetik kirlilik içine girmemek için ne yapmamız gerekir?.
Öncelikle “Oto kontrol veya öz eleştiri” denilen uygulamaya sık sık baş vurmamız gerekiyor.
Bunu nasıl yapacağız.?
Bunun için öncelikle düşüncelerimizi sık sık denetim ve kontrol altına alacağız. Bir olayla karşılaştığımızda, örneğin ; geç bir saatte kapımız veya telefonumuz çaldığında, bir mektup veya telgraf aldığımız da, bu ve buna benzer durumlarla karşılaştığımızda aklımıza ilk çağırışım yapan düşünceler nelerdir? Aklımıza gelen ilk düşünceler iyi ve olumlu düşünceler ise mesele yok demektir. Yok aklımıza gelen ilk düşünceler karamsar ve olumsuz düşünceler ise kirlenme denilen kritik sınırlar içindeyiz demektir. Hele bu kötümser, olumsuz düşüncelerimiz bu alandaki düşüncelerimizin %50’ sinden çok fazla ise o zaman biz tehlikeli sınırlar içinde,yani kritik sınırları aşmışız demektir. Bunu anlamanın kontrolü da her şeyden ve her olaydan şikâyet etmek, hiçbir şeyden memnun olmamak, hiçbir şeyi beğenmemek gibi olumsuz davranışlarımızdan anlaşılır. Öylesine ki, böyle bir insanın önüne 20 çeşit yemek koysanız o, bunlar içinde olmayanı ister. Böyle insanları dünyanın en güzel yerine götürseniz, ne yapar eder orada da beğenmediği bir şey bulur. En çarpıcı örnek olarak bu insanı cennete soksanız, o üç gün sonra “Burası neden bu kadar çok yeşillik” diye cennetten şikâyet etmeye başlar.
Bilirsiniz, iyimserlik, kötümserlik değerlendirilmesinde kullanılan çok basit bir uygulama vardır. Yarısı dolu, diğer yarısı boş bir bardağı kişilere gösterirler. Bu deneyde kötümserler bardağın boş kısmını, iyimserler de dolu kısmını görüp söylerler.
Bu uygulamada kötümserler, bardağın dolu kısmını gören iyimserleri, hayatın gerçeklerini görmediklerini, gerçeklerden kaçıp Pollyanna’cılık oynadıklarını söyleyerek bu kişilerle alay ederek onları küçümserler.
Acaba bunlardan hangisi yanılgı ve aldanış içindedir?
Çünkü bardağın yarısının boş olduğu gerçeği kadar, yarısının dolu olduğu gerçeği ile de karşı karşıyayız. Yaşamımızda % 50, % 50 oranda iki seçenek bulunmaktadır. Oysa bunlardan bardaktaki boşluğu seçersek mutsuz ve huzursuz, doluyu seçersek mutlu ve huzurlu olacağız. İkisi de mademki yaşamın bir gerçeğidir, ben, neden bana mutluluk ve huzur verecek bardağın dolu kısmını tercih etmeyeyim? Bu iki gerçekten bana mutluluk ve huzur verecek olanı seçmem daha akıllıca bir davranış olmaz mı?
Bir de biyolojik yapımızdaki sistemi göz önüne alırsak, bardağın dolu kısmını görmede ve seçmede bizim için sonsuz faydalar vardır. Çünkü, buraya kadar yaptığımız açıklamalarda da gördük ki beynimiz ve beden yapımız kendisine kritik noktaları aşan etkileri, düşünceleri algılayıp o yönde üretime geçmektedir.
Öyle ise bu konuda akılcı olarak şöyle düşünmeli ve değerlendirmeliyiz.
“Adına ister doğa gücü, ister Allah dediğimiz bir güç tarafından verilmiş olsun, benim bedenimin yapısında yaşamımı etkileyen bir sistem bulunmaktadır. Bu sistemin bana faydalı ve zararlı olacak şekilde çalışmasını sağlamak benim elimde. Yani kader denilen bir olayın kısmen de olsa oluşumunu hazırlamak benim DÜŞÜNCE yapımdan kaynaklanıyorsa ben, NEDEN benim bedenimde ve hayatımda bana mutluluğu ve huzuru sağlayacak olacak olanı tercih etmeyeyim.
İşte bu akılcı düşünme tarzını kılavuz olarak kabul edersek, biz o zaman bedenimizde ve beynimizde iyiliği, güzelliği, doğruyu düşünerek olumlu oluşumları üreten sistemi devreye sokarız. Çevremiz, maddi ve manevi kirlilik içinde ise, kimseyi suçlamadan, şikayet etmeden,maddi ve manevi çevre temizliğine öncelikle kendi bedenimizden ve düşüncelerimizden başlayalım.İşte bu akılcı düşünme tarzını kılavuz olarak kabul edersek, biz o zaman bedenimizde ve beynimizde iyiliği, güzelliği, doğruyu düşünerek olumlu oluşumları üreten sistemi devreye sokmuş oluruz.Öyle ise kendimize ve çevremizdeki insanlara sık sık sormamız gerekir. NEDEN bizde varolan bu sistemden olumlu bir şekilde faydalanmayalım?
Gelin hep birlikte var olan bu olumlu sistemi,bedenimizde düşüncelerimizle çalıştıralım.
Kaderlerinden şikayet edenler unutmayın ki kaderlerinizi düşüncelerinizle değiştirmek sizin elinizde.
Bunun için; kendinizi, çevrenizi ve kaderinizi değiştirmek istiyorsanız OUMLU DÜŞÜNCELERİNİZLE KRİTİK NOKTAYI AŞIN.
Bir başka deyişle:
MUTLU DEĞİLSENİZ DÜŞÜNCELERİNİZİ DEĞİŞTİRİN.

Hiç yorum yok: