DİN İSTİSMARCILIĞI, DİNSİZLİĞE HİZMETTİR
Behzat ŞAŞAL
İnsan oğlu var oluşundan bu güne dek huzur ve mutluluğu aramıştır ve aramaktadır. Bunun için de, kendisine aradıklarını vereceğini sandığı bir takım ideolojiler peşinde koşmuştur, koşmaktadır. Özellikle, kapitalizm ve kominizm ideolojileri insanlığı etkilemiş ve etkilemektedir.
İnsanlar bu ideolojiler ve diğer ideolojilerde aradığını bulamamış ve bunun sonucu olarak büyük bir boşluğa, bunalıma düşmüş ve bir arayış içine girmiştir. Bu arayışta insanlar manevi inançlara ve özellikle de dini inançlara yönelmiştir. Bu yönelişi gören bazı açıkgöz çevreler bu yönelişten kendilerine bazı çıkarlar elde etme gayreti içine girmişlerdir. Bu, ekonominin ve toplum yaşamının genel kuralıdır. Bir yerde talep, yani istek çoğalınca o isteğe göre de arzlar, yani bazı sunuşlar ortaya çıkar. Dünyamızda bu gelişimi gören bazı açıkgöz kişiler, din adamları ve siyasiler toplumun bu arayış ve isteklerinden faydalanma yönüne gittiler ve gidiyorlar. Büyük bir ustalıkla dindarlık kisvesine bürünüp toplumun dini inançlarını, onların istekleri ve beklentileri doğrultusunda kullanarak, dini ve insanları istismar edip onları sömürmeye başladılar.
Din ve dini inançları kimi çevreler günlük çıkarları, kimi çevreler de siyasi çıkarları için istismar ettiler ve ediyorlar. Hattâ bu alanda dünyada bir çok dini partiler kuruldu. Bu dini partilerde görev alan kişilerin ne kadar din ile ilgisi vardır, ne kadar dindar insanlardır, bu şüphe edilecek bir durumdur. Zaten bu kişiler için din ve dindarlık önemli değildir. Onlar için önemli olan dindar görünüp, toplumun dini duygularını, dini inançlarını dünyevi ve siyasi çıkarları için kullanabilme ustalığını, becerisini gösterebilmeleridir.Bunlar, toplumu kandırmak için, kalıptan kalıba, kılıktan kılığa girmekten çekinmezler.
Örneğin; Bu tipteki insanlar derhal, dini inançları çağrıştıran isimlerle bir takım şirketler, holdingler kurarak insanların dini duygularını istismar ederek, dine ve insanlara hizmet ediyor görüntüsü altında paralarını alılar ve ortadan kaybolurlar. Onlar, bu davranışlarıyla kârlı olduklarını sanırlar amma, insanların dini inançlarını yıkıp, yok ettiklerini düşünmezler, düşünseler de dikkate almazlar.
Örneğin; Bunlardan bazı kişiler de siyasi parti kurarlar, bu yönde faaliyet göstererek icra-i sanat ederler. Soyguncular, dolandırıcılar sanatlarını yürütmek için derhal bu siyasi partilere girerler ve orada en küçüğünden en büyük kademelerine kadar görev alırlar. Bunlar, günün 24 saatinde, fakat özellikle seçim zamanlarında akıl almaz bir çalışmaya girerler. Açık meydanlardan daha çok gizli köşelerde ve gizli bir şekilde çalışmayı severler. Çünkü; Aldatacakları, kandıracakları toplum çoğunlukla burada yaşar. Öylesine dindar ve dini inançlı görünürler ki, dini ve dini inançları yalnız onlar temsil ediyorlar, onlar koruyorlardır. Hafazan Allah, onlar olmazsa bu memlekette ve bu millette ne din kalacak ne iman... Onlar gibi düşünmemek, onlar gibi yaşayıp giyinmemek dine karşı gelmektir, dinsizliktir, imansızlıktır.
Kısacası, dinin ve dini inançların tek temsilcisi onlardır. Bunun için de seçimlerde yalnız onlara oy verilmesi gerekir. Onların dışındaki partilere oy vermek, Allah göstermesin dinsizlikle eşdeğer bir durumdur. Onlar, gerekli yerlerde ve gerekli gördükleri insanlara bir küçük altın veya bazı yardımlar karşılığında inandıkları din kitaplarının üstüne, kendi partilerine oy vereceklerine dair yemin ettirirler. Pek tabiidir ki bunlar hep din adına, Allah adına yapılır. Yoksa hiçbir art niyetleri yoktur !. Çünkü onlar Allah aşkı ile yanan insanlardır !
Bu ve buna benzer aldatmacalar, kandırmacaları ile dini inançlı insanlardan din adına oy isterler. Bunun sonucunda, ya doğrudan doğruya iktidar veya iktidar ortağı olurlar.
İşte, işin iç yüzü o zaman ortaya çıkar. Çünkü, seçimlerden sonra din adına oy almış olanların en azından üçte birinin suçlu kişiler olduğunu, adaletten kurtulmak için bu parti kanalıyla seçilip dokunulmazlık hakkı kazandıklarını, dokunulmazlığın arkasına saklandıklarını görürler. Yani, bazı kişilerin, hırsızların, dolandırıcıların, silâh ve esrar kaçakçılarının, hattâ cani ve katillerin, dini görünümlü bir partiden, dini görünümleri ile seçildiklerini görürler.
Dini görünümlü bu partilerde rüşvetçilik, dalavere, dolandırıcılık gibi işler, fatura ve arsa yolsuzlukları, kısacası burada yazmakla bitmez din adına yapılan bir sürü yalana-dolana dayanan işler ortaya çıkar. Amma onlar, bu işlerde o kadar ustalaşmış, pişmiş kimselerdir ki, halâ kendilerini dindar, namuslu, ahlâk timsali kişiler olarak göstermesini bilirler. Bu işi ustalıkla becerirler. Öylesine ki, kendi suçlarını başkalarının üzerine atarak, karşıt kişileri suçlu göstermesini çok iyi bilirler.
Kısacası, din adına “dini görünümlü” akla hayale gelmedik din dışı işler yaparlar. İşin başında millet bunun farkında olmayabilir amma, eninde sonunda uyanır ve oynanan oyunları ve çevrilen dolapları görmeye başlar.
Görmeye başlar da ne olur ?
Atı alan Üsküdar’ı geçmiştir, onlar yüklerini yüklenmişlerdir.
Burada asıl tehlike ve üzerinde durulması gereken asıl mesele, insanların, aldatılmış olmalarını anlamaları ve bu kişilere bir daha oy vermemeleri değil; Asıl tehlike ve asıl asıl acı sonuç, bu aldatma olayının din adına ve dindar görünümlü insanlar tarafından yapılması ve bunun görülmesidir.
Peki, bu durumda ne olmaktadır ?
İnsanlar, “beni, dini görünümlü sahtekârlar, dolandırıcılar aldattı” demiyorlar. İnsanlar bu gibi durumlarda kendisini aldatan insanları değil, doğrudan doğruya dini ve dini inançları hedef almakta, dine ve dini inançlara karşı inançları zayıflamakta, hattâ yok olmaktadır. İşte bu gibi , yani dini kullanan insanların yaptıkları en büyük kötülük budur.
İnsanların din ve Allah inançlarını yıkmakta ve yok etmektedirler.
Aldatılmanın, dolandırılmanın zararı ve acıları zamanla unutulabilir, fakat yıkılan, yok edilen din ve Allah inancının yeniden var edilmesi imkânsız gibidir. Çünkü, din ve Allah inancı kökünden yıkılıp yok edilmiştir. Bu yıkım, din adına, dindar görünümlü kişiler tarafından yapılmıştır. Bundan sonra onların karşısına gerçek din adamları değil, peygamber çıksa dahi inanmayacaklardır.
Böylece, din ve Allah inancı yok edilmektedir ve yok olmaktadır.
Ne yazık ki bu tehlikeyi görmüyoruz.
Daha açık ve özlü bir sözle; “Din ve dini inançların istismarcılığı, dinsizliğe hizmettir”
Bunu unutmayalım. Çünkü bir çok kişiden; “Eğer bunlar dindar iseler, ben dinsiz olmayı tercih ederim” dediklerini duydum.
Bu çok acı ve çok üzüntü veren bir durumdur.
Halbuki; Söyler’ misiniz, din ve dini inançların istismar edildiği ve din ile aldatılıp kandırılan toplumlarda güvenilir seçim, sağlıklı oy almak mümkün’ müdür ?
Seçim döneminde yapılan konuşmalara ve çalışmalara “seçim kampanyası” deniyor. Oysa, buna “yalan söyleme kampanyası” denilse, bence daha doğrun olur. Çünkü ben, bu güne dek düşündüğüm ve istediğim gibi bir tek “seçim kampanyası” görmedim. Ama, “yalan söyleme kampanyası” çok gördüm.
Aldatılarak, kandırılarak alınan oylar sonucu kurulan iktidar “milli irade” yi temsil edebilir mi?
Eğer, güvenilir seçim ve sağlıklı oylarla bir seçim yapılması, “milli iradenin” oluşması ve temsil edilmesi isteniyorsa, insanların bireysel olsun, toplumsal olsun, din ve dini inançlarının istismar edilerek aldatılması, kandırılması ve sömürülmesi önlenmelidir.
Bunun için de milletçe gerekli bütün tedbirlerin ve önlemlerin alınması zorunlu olmalıdır.
***
BİR ŞEYLER OLUYOR, ANLAYAN VAR MI ?
Dostlarım, hayvanlar arasında olsun, insanlar arasında olsun, dünyamızda canlılar aleminde bir şeyler oluyor, bunun farkında mısınız bilmiyorum. Bu bir şeyler oluş, insanlar alemi
ile hayvanlar alemi arasında bir değişim şeklinde kendini göstermektedir.
Televizyonlarda ve özellikle gazetelerde bilmiyorum dikkatinizi çekiyor mu ?
Gazetede bir resim, güzel bir kedi ve bir fare birlikte yaşıyorlar, fare kedinin üstüne binmiş sırtında oturuyor.
Başka bir gazete de başka bir resim, denize düşen bir kedi yavrusunu bir polis köpeği denize atlayarak onu ağzına alıp, incitmeden sahile çıkarıyor ve ıslanmış kediyi kurutmak için diliyle yalıyor.
Yine başka bir resimde bir köpek, kendi yavruları ile birlikte bir kedi yavrusunu emzirerek besliyor.
Bir kedinin kuşlarla arkadaş olup oynayışını, kuşların kedinin üstüne konduklarını gördünüz mü ?
Ve bir kaplanla ceylan’ın birlikte kardeş kardeş yaşadıklarını gösteren bir başka resim.
Bu ve buna benzer daha bir sürü örnekler.
Bizim bildiğimize göre, tabiatın yaratılış kanununda taban tabana zıt yaratılışlı ve doğal yapıları gereği birbirine düşman oldukları bilinen bu hayvanların sarmaş dolaş, kardeşçe yaşadıklarını görüyoruz.
Buna karşın insan alemine ve yaşamına bir bakalım.
Yine gazetelerde okuyor ve televizyonlarda izliyoruz.
Kolundaki bileziği alabilmek için kesilen, öldürülen insanlar...
Babası 80, annesi 75 yaşlarında, bu yaşlı insanları ağızlarındaki takma dişleri zorla alarak satan bir evlât.
Kendisine para vermiyor diye, yatalak hasta annesini döverek sokağa atan bir başka evlât,
Sakatlar arabasında felçli bir insan, bu felçli insanı hastanelik edecek şekilde döverek o insanın iletişim aracı olan cep telefonunu çalanlar...
Gözleri görmeyen bir insanı, yardım ediyoruz diye ıssız bir yere götürüp orada döverek üstündeki bütün paraları alanlar...
Çantasını almak için insanları yerlerde sürükleyerek öldürenler...
Bunlar niçin, neden yapılmaktadır ?
İnsanlar, bu ve buna benzer daha bir çok kötülükleri PARA için yapmaktadırlar.
İnsanlar için para neyse, köpekler için de kemik aynı şeydir. Köpekler de kemik için birbirleri ile boğuşurlar, ama bir kemik parçası için birbirlerini öldürmemektedirler.
Bundan ders alan var mı ?
Para için öz be öz kızına, nikâhlı karısına fahişelik yaptıran insanlar...
Para için, kutsal kabul edilen vatanını, hattâ dini inançlarını satanlar...
Dostlarım; Hayvanlar alemindeki bu duygusal değişimin ve davranışların farkında mısınız? Buna karşın insanlardaki bu korkunç değişimin, duygusal ve ahlâki değerler bakımından dejenere oluşunu görebiliyor ve izleyebiliyor musunuz ?
Biz insanların ders alması için mi, hayvanlar aleminde böyle bir değişim ve insancıl yardımlaşma oluştuğunu görüyoruz.
Biz insanlara ders olması umuduyla hayvanların böylesine insancıl davranışlara yönelten bu güç nedir ?
Kısacası: Hayvanlarla insanların bazı davranışlarda yer değiştirdiğini görüyor musunuz ?
Bu değişimi; Gören, bilen, anlayan var mı ?
İnsanlık olarak, bunların üzerinde düşünmemiz gerekmez mi ?
Bu gidiş, insanlığın geleceği için büyük bir tehlike değil mi ?
Bu olumsuz gidişi durdurmak, değiştirmek mümkün değil mi ?
Mümkün ise bu nasıl olacak?
25 Kasım 2008 Salı
10 Kasım 2008 Pazartesi
ÇAĞDAŞLIK ÖLÇEĞİ
BEHZAT ŞAŞAL
Çağdaş toplum ve çağdaş insanın tanımı, o kadar değişik ölçülerle yapılmaktadır ki. Bu kadar çok değişken ölçümlendirmelere karşın, hepsinde de çağdaş toplumu ve çağdaş insanı değerlendirmede bir gerçek payı bulunmaktadır kuşkusuz.
Örneğin, bir toplumda kâğıt tüketimi, o toplumun çağdaşlık ölçeğinde bir kıstas olabilmektedir. Çünkü kâğıt tüketimi bir bakıma, o toplumda basılan gazete, dergi, kitap demektir. Kısacası o toplumun okuma oranı demektir. Çağımızda ise bir toplumun çağdaşlığı, o toplumun okuma oranı ile ölçülmektedir ki, bu da bize kâğıt tüketimi ölçeğini vermektedir. Şüphesiz burada da okunan konuların çağdaş konularla oranı, çağdaşlık değerlendirmesinde ölçek olmalıdır.
Örneğin, kimi toplumlarda çağdaşlık ölçeği, o toplumda tüketilen su miktarı olarak ele alınmaktadır. Su tüketimi temizlik temektir ve çağdaş insanın simgesi olmaktadır. Çağdaş toplumlarda yöneticilerdeki yönetim anlayışı, vatandaşın su gereksinmesini karşılamaktır. Kısıtlamak değil. Bu belediyelerin doğal görevlerinden biri ve başlıcasıdır. Batı ülkelerde belediyeler, vatandaşın su ihtiyacını ücretsiz karşılamakla yükümlüdür. Çünkü su, insanın doğal gereksinmesidir. Oysa çağdışı kalmış veya çağdışı düşüncelerle yönetilen toplumlarda “Daha fazla su harcanmasın” diye, ya su kısıntıları yapılır veya suya zam üstüne zam yapılır.
Örneğin, çağdaşlık ölçeklerinden biri de, enerji, yani elektrik sarfiyatıdır. Bir başka değişle, kişi başına düşen elektrik sarfiyatı ne kadar yüksekse o toplum o kadar çağdaş sayılmaktadır. Bunun içindir ki, çağdaş anlayışlı hükümetler vatandaşın elektrik gereksinmesinden fazlasını üretmeye ve mümkün olduğunca da ucuza vermeye çalışmaktadır. Yani bir bakıma konutlarda kullanılan elektriğe süspansiyon uygulamaktadır. Oysa bazı toplumlarda, insanın su gibi, hava gibi doğal gereksinmeleri içine girmiş olan elektriğin fazla sarf edilmemesi için elektrik fiyatlarına durmaksızın zamlar yapılmaktadır.
Örneğin, çağdaşlık ölçeklerinden biri de, kentsel yaşamda kişi başına düşen yeşil alan birimidir. İnsanların sağlıklı yaşamları için belirli ölçekli yeşil alana ihtiyacı vardır. Bu ölçeğin altındaki yeşil alanlar insan sağlığı bakımından olumsuz sonuçlar vermektedir, bir başka değişle, sakıncalıdır.
Çağdaşlık ölçeğinden biri de, insan sağlığına verilmesi gereken önem, değer olduğuna göre, toplumsal yaşam alanlarında bilimsel verilerle saptanmış bulunan bu belirli yeşil alan ölçeğinin altına inilmemesine, aksine üstüne çıkılmasına dikkat ve özen gösterilmesi gerekmektedir. Oysa çağdışı toplumlarda, kentsel yöneticiler, bir resmi bina yapılma gereksinmesinde ilk akıllarına gelen veya gözlerine ilk takılan yer, kent içinde bir avuç içi kadar kalmış olan yeşil alanlardır. Kısacası, yeşil alanla insan sağlığı arasındaki bağlantıyı göremeyen, düşünemeyen ve bunu değerlendiremeyen yöneticiler, çağdışı kalmış toplumlardan çıkmaktadır.
Örneğin, bazı toplumlarda da, ulaşım ve iletişim araçlarının, topluma oranı, çağdaşlık ölçeği olarak kullanılmaktadır. Bu araçların sayısal oranı kadar, temizliği, zamanında çalışmaları, güvenilirliği gibi, toplum hizmetine sunuluş şekilleri de çağdaşlık anlayışında bir ölçek olarak kullanılmaktadır. Bu ölçümlendirmelerin içine kamu kuruluşlarında kamuya sunulan benzeri hizmet şekilleri de ölçek olarak kullanıla bilinir, değerlendirilebilir. Örneğin, güleryüzlülük, yöneticilerle yönetilenler arsındaki bağlantı ve ilişkiler de bir çağdaşlık ölçeği olarak kullanılabilmektedir. Bir toplumun yöneticileri, yönetimlerini sevgi ve saygı duygusuna mı, yoksa korku duygusuna mı dayandırarak yürütmeyi yeğliyorlar? Yönetici ile yönetilen kitleler arasındaki sevgi ve saygı ile korku bağlantısının oranı, o toplumun çağdaşlığı veya çağ dışlığı hakkında bir ölçek olarak kullanılabilmektedir.
Kısacası, gıda maddelerinin tüketim oranından tutunda, sağlık ve eğitim hizmetleri gibi bizim burada yazamadığımız sizin aklınıza gelebilecek, çağdaş bir insanın yaşamındaki çağdaş gereksinmelerin, o insana kullanım ve sunuluş biçimleri, uygarlığın, çağdaşlığın ölçeği olarak düşünebilinir.
Örneğin, toplumların çağdaşlık değerlendirilmesinde kullanılan bir ölçek de, o toplumda uygulanan ve o toplumun insanları tarafından algılanan ADALET duygusudur. Adalet; insana, insan olarak verilen değer ölçüsüdür. Bir başka değişle, insanın, kurallar ve eşyalar karşısında almış olduğu değer ölçüsüdür. Çağdaş toplumlarda kurallar ve kanunlar, insanların zarar görmemesi için, yani bir başka değişle insanları korumak için konur, çağdışı toplumlarda ise bunun tam aksi uygulanır. Yani çağdışı toplumlarda insanlar değil, kural ve kanunlar önemlidir. Bunun sonucudur ki, ilkel ve çağdışı toplumlarda insanlar, kural ve kanunların baskısı altında adeta kişilik özgürlüklerini kaybedercesine yaşarlar. Bunun için rahatlıkla diyebiliriz ki, eğer bir toplulukta, kurallar ve kanunlar ön değerde, insan ikinci değerde kalıyorsa, o topluluk ilkel ve çağdışı kalmış bir topluluktur. Çağdışı toplumlarda, insanı korumak amacıyla hazırlanmış olan kural ve kanunlar, uygulamalar sonunda insanlara hükmeder duruma gelmektedir. Bu geri kalmışlığın çağdışlığın tipik bir örneği, tipik bir uygulamasıdır. Bulunduğunuz ve yaşadığınız toplulukta uygulanan kurallar, kanunlar ve eşyalar mı ön değerdedir, yoksa insan mı? Yaşadığımız toplumda insan değil de kurallar ve eşyalar ön değerde ise siz çağdışı bir toplumda yaşıyorsunuz demektir.
Örneğin, çağdaş toplumlarda, çağın gerisinde kalmış yazılı kanunlar değil, hakimlerin çağdaş akıl ve mantıkları, yani çağdaş yorumları egemendir. Geri kalmış toplumlarda ise, çağdaş akla ve mantığa dayanan yorumlar değil, çağdışı olduğu bilinse de, yazılı hukuk egemendir. Eğer yaşadığımız toplulukta çağdaş koşullara uyum gösteren aklı ve mantığa dayanan yorumlar değil de, çağdışı kalmış yazılı hukuk kuralları egemense, hiç kuşkunuz olmasın ki siz, çağdışı bir toplumda ve çağdışı bir adalet uygulaması içinde yaşıyorsunuz demektir.
Bizim bu görüşümüzün doğruluğunu, en güzel ve en veciz bir şekilde eski adalet bakanımız Sayın Oltan SUNGURLU 5.Ocak.1987 tarihli konuşmasında belirtmiştir.”İyi kanunlar kötü uygulayıcılar elinde kötü sonuçlar, kötü kanunlar iyi uygulayıcılar elinde iyi sonuçlar verir.” demesi ile doğrulamıştır.
Çok süratli ilerleme gösteren bu çağdaş yaşam, bazı kanunların çağdışı kalması doğaldır. Doğal olmayan, bu çağdışı kalmış kanunların, çağdaş yorumlamalarla uygulayamamaktır. Bir başka değişle, çağdaş bir uygulayıcı, yani kanunlar gibi çağ dışı kalmamış kafa yapısına sahip hukukçular, çağdaş yorumlamaları ile çağdışı kalmış bu gibi kanunları çağdaşlaştırabilirler. Yaşadığımız toplumda, çağdışı kalmış kanunlar, çağdaş düşün yapısına sahip çağdaş yorumlarla uygulanıyorsa, siz çağdaş bir toplumda ve çağdaş bir adalet içinde yaşıyorsunuz demektir. Yok, çağdışı kalmış kanunlar,üzerinde hiçbir yorum yapılmadan körü körüne uygulanıyorsa, bilin ki siz çağdışı bir toplumda ve çağdaşı bir adalet uygulaması içinde yaşıyorsunuz demektir.
Örneğin, çağdaş toplumlarda ve çağdaş adalette, bir insanın suçu ispat edilmeden o kişi suçlanamaz ve suçlu muamelesi uygulanamaz. Oysa çağdışı toplumlarda çağdışı adalet uygulamalarında, kişiler öncelikle suçlanır, suçlu işlemine tabi tutulur, hapishanelere atılır, hapishane yaşamı içinde de mahkemesi devam ettirilir ve genellikle de kişi beraat eder.
Yine çağdaş topluluklarda bir insanın suçluluğunu, onu suçlayan adalet mekanizması ispatlamaya çalışır, oysa çağdışı kalmış toplumlarda ve adalet sistemlerinde ise, adalet tarafından suçlanan kişi, kendisinin suçsuz olduğunu ispatlamaya zorlanır. Yaşadığımız toplumda, siz önceden suçlanıyor ve suçsuzluğunuzu siz ispatlamaya zorlanıyorsanız bu durumda, biliniz ki çağdışı kalmış bir toplumda ve adalet uygulaması içinde yaşıyorsunuz demektir.
Hukuka ve adalet anlayışına yalnızca bir ceza sistemi olarak değil, insan sevgisi açısından bakıp değerlendiren hukuk hocamız sayın Faruk EREN “Suçlu insanın üzerinden suçu kazıyınız altından İNSAN çıkar” demektedir. Oysa, çağdışı toplumlarda, çağdışı hukukun uygulayıcıları ise “İnsanın üzerinden insanlığı kazıyarak altından zorla suçlu çıkarmaktadırlar.”
İçinde yaşadığınız toplumda uygulanan hukuksal uygulamalara bakınız. Ne görüyorsunuz?
Özetle;
1. İçinde yaşadığınız toplumun kanunlarını inceleyiniz. Kanunlarınızın çıkış tarihleri hangi tarihi taşımaktadır ve hangi ülkenin kanunlarından esinlenerek düzenlenmiştir?
2. Ceza kanunlarınız, hoşgörü, tolerans, bir başka değişle sevgi anlayışına mı, yoksa ceza anlayışına mı daha çok dayanmaktadır?
3. Kanunlarınızı çağdaş adalet anlayışının uygulandığı kanunlarla karşılaştırınız. Hangisi daha çok ceza veya sevgi duygusuna dayanmaktadır. Özellikle hapis cezası hangi tip ülkelerin kanunlarında daha çok yer almaktadır?
Bu ve benzeri araştırmalar sonunda gördükleriniz çağdaş bir toplumda ve çağdaş bir adalet uygulaması içinde yaşadığınız duygusunu ve inancını sizde uyandırıyor mu? Eğer böyle bir duygu içinde iseniz, ne mutlu size, kutlarım sizi.
Yok, bunun aksi bir düşüncede iseniz, ne yapmanız gerekir? Doğrusu bunu tam olarak ben de bilemiyorum. Yalnız bilebildiğim bir tek şey var, o da,”Hiç olmazsa tavuk kadar değer verilmesini istememizin en tabii hakkımız olduğudur.”
Tarihini kesin olarak anımsayamıyorum fakat 1987’nin Şubat’ın sonlarında veya Mart ayının başlarında televizyonda yayınlanan bir sabah programında batı ülkelerin birinde, tavuklar üzerinde yapılan bir bilimsel araştırmayı duyurdu. Bu araştırmada, tavukların, yumurtlama zamanlarında, aşağılık kompleksi içine girdiklerini ve yumurtlama devrelerinde bir suçlu gibi gözden uzak, gizlenecek yerler aradıklarını ve oralara sığındıklarını, saklandıklarını saptamışlardır.
Bir tavuğun, yumurtlama devresinde duyabildiği bu aşağılık kompleksini ve tavuk üzerinde yaptığı olumsuz etkileri inceleyen bilim, insanların alınlarına vurulan suçluluk damgasının onlar ve aileleri üzerindeki olumsuz etkilerini neden incelemez ve bunu değerlendirmezler. Bir tavuğun aşağılık kompleksini düşmemesi için gösterilen bilimsel ilginin, insanlar üzerinde de düşünülmesini ve uygulanmasını istemek, haksız bir istek veya hayalperestlik mi olur?
Kısacası, adaleti sağlamak için verilen bir ceza, o insan üzerinde, suç duygusundan daha büyük bunalımlar ve kompleksler yaratılıyorsa, o adalet adaletsizlik yaratmış olur ve bu cezayı verenler, hukuk adına daha büyük suç işlemiş sayılırlar. Adalet ve insanlık adına, hukuk uygulayıcılarımızdan bu durumu dikkatlerinde bulundurmalarını istemek ve talep etmek bilim alanında değer verilen tavuklar kadar hakkımız olsa gerek.
e.Mail : bşaşal@mynet.com
BEHZAT ŞAŞAL
Çağdaş toplum ve çağdaş insanın tanımı, o kadar değişik ölçülerle yapılmaktadır ki. Bu kadar çok değişken ölçümlendirmelere karşın, hepsinde de çağdaş toplumu ve çağdaş insanı değerlendirmede bir gerçek payı bulunmaktadır kuşkusuz.
Örneğin, bir toplumda kâğıt tüketimi, o toplumun çağdaşlık ölçeğinde bir kıstas olabilmektedir. Çünkü kâğıt tüketimi bir bakıma, o toplumda basılan gazete, dergi, kitap demektir. Kısacası o toplumun okuma oranı demektir. Çağımızda ise bir toplumun çağdaşlığı, o toplumun okuma oranı ile ölçülmektedir ki, bu da bize kâğıt tüketimi ölçeğini vermektedir. Şüphesiz burada da okunan konuların çağdaş konularla oranı, çağdaşlık değerlendirmesinde ölçek olmalıdır.
Örneğin, kimi toplumlarda çağdaşlık ölçeği, o toplumda tüketilen su miktarı olarak ele alınmaktadır. Su tüketimi temizlik temektir ve çağdaş insanın simgesi olmaktadır. Çağdaş toplumlarda yöneticilerdeki yönetim anlayışı, vatandaşın su gereksinmesini karşılamaktır. Kısıtlamak değil. Bu belediyelerin doğal görevlerinden biri ve başlıcasıdır. Batı ülkelerde belediyeler, vatandaşın su ihtiyacını ücretsiz karşılamakla yükümlüdür. Çünkü su, insanın doğal gereksinmesidir. Oysa çağdışı kalmış veya çağdışı düşüncelerle yönetilen toplumlarda “Daha fazla su harcanmasın” diye, ya su kısıntıları yapılır veya suya zam üstüne zam yapılır.
Örneğin, çağdaşlık ölçeklerinden biri de, enerji, yani elektrik sarfiyatıdır. Bir başka değişle, kişi başına düşen elektrik sarfiyatı ne kadar yüksekse o toplum o kadar çağdaş sayılmaktadır. Bunun içindir ki, çağdaş anlayışlı hükümetler vatandaşın elektrik gereksinmesinden fazlasını üretmeye ve mümkün olduğunca da ucuza vermeye çalışmaktadır. Yani bir bakıma konutlarda kullanılan elektriğe süspansiyon uygulamaktadır. Oysa bazı toplumlarda, insanın su gibi, hava gibi doğal gereksinmeleri içine girmiş olan elektriğin fazla sarf edilmemesi için elektrik fiyatlarına durmaksızın zamlar yapılmaktadır.
Örneğin, çağdaşlık ölçeklerinden biri de, kentsel yaşamda kişi başına düşen yeşil alan birimidir. İnsanların sağlıklı yaşamları için belirli ölçekli yeşil alana ihtiyacı vardır. Bu ölçeğin altındaki yeşil alanlar insan sağlığı bakımından olumsuz sonuçlar vermektedir, bir başka değişle, sakıncalıdır.
Çağdaşlık ölçeğinden biri de, insan sağlığına verilmesi gereken önem, değer olduğuna göre, toplumsal yaşam alanlarında bilimsel verilerle saptanmış bulunan bu belirli yeşil alan ölçeğinin altına inilmemesine, aksine üstüne çıkılmasına dikkat ve özen gösterilmesi gerekmektedir. Oysa çağdışı toplumlarda, kentsel yöneticiler, bir resmi bina yapılma gereksinmesinde ilk akıllarına gelen veya gözlerine ilk takılan yer, kent içinde bir avuç içi kadar kalmış olan yeşil alanlardır. Kısacası, yeşil alanla insan sağlığı arasındaki bağlantıyı göremeyen, düşünemeyen ve bunu değerlendiremeyen yöneticiler, çağdışı kalmış toplumlardan çıkmaktadır.
Örneğin, bazı toplumlarda da, ulaşım ve iletişim araçlarının, topluma oranı, çağdaşlık ölçeği olarak kullanılmaktadır. Bu araçların sayısal oranı kadar, temizliği, zamanında çalışmaları, güvenilirliği gibi, toplum hizmetine sunuluş şekilleri de çağdaşlık anlayışında bir ölçek olarak kullanılmaktadır. Bu ölçümlendirmelerin içine kamu kuruluşlarında kamuya sunulan benzeri hizmet şekilleri de ölçek olarak kullanıla bilinir, değerlendirilebilir. Örneğin, güleryüzlülük, yöneticilerle yönetilenler arsındaki bağlantı ve ilişkiler de bir çağdaşlık ölçeği olarak kullanılabilmektedir. Bir toplumun yöneticileri, yönetimlerini sevgi ve saygı duygusuna mı, yoksa korku duygusuna mı dayandırarak yürütmeyi yeğliyorlar? Yönetici ile yönetilen kitleler arasındaki sevgi ve saygı ile korku bağlantısının oranı, o toplumun çağdaşlığı veya çağ dışlığı hakkında bir ölçek olarak kullanılabilmektedir.
Kısacası, gıda maddelerinin tüketim oranından tutunda, sağlık ve eğitim hizmetleri gibi bizim burada yazamadığımız sizin aklınıza gelebilecek, çağdaş bir insanın yaşamındaki çağdaş gereksinmelerin, o insana kullanım ve sunuluş biçimleri, uygarlığın, çağdaşlığın ölçeği olarak düşünebilinir.
Örneğin, toplumların çağdaşlık değerlendirilmesinde kullanılan bir ölçek de, o toplumda uygulanan ve o toplumun insanları tarafından algılanan ADALET duygusudur. Adalet; insana, insan olarak verilen değer ölçüsüdür. Bir başka değişle, insanın, kurallar ve eşyalar karşısında almış olduğu değer ölçüsüdür. Çağdaş toplumlarda kurallar ve kanunlar, insanların zarar görmemesi için, yani bir başka değişle insanları korumak için konur, çağdışı toplumlarda ise bunun tam aksi uygulanır. Yani çağdışı toplumlarda insanlar değil, kural ve kanunlar önemlidir. Bunun sonucudur ki, ilkel ve çağdışı toplumlarda insanlar, kural ve kanunların baskısı altında adeta kişilik özgürlüklerini kaybedercesine yaşarlar. Bunun için rahatlıkla diyebiliriz ki, eğer bir toplulukta, kurallar ve kanunlar ön değerde, insan ikinci değerde kalıyorsa, o topluluk ilkel ve çağdışı kalmış bir topluluktur. Çağdışı toplumlarda, insanı korumak amacıyla hazırlanmış olan kural ve kanunlar, uygulamalar sonunda insanlara hükmeder duruma gelmektedir. Bu geri kalmışlığın çağdışlığın tipik bir örneği, tipik bir uygulamasıdır. Bulunduğunuz ve yaşadığınız toplulukta uygulanan kurallar, kanunlar ve eşyalar mı ön değerdedir, yoksa insan mı? Yaşadığımız toplumda insan değil de kurallar ve eşyalar ön değerde ise siz çağdışı bir toplumda yaşıyorsunuz demektir.
Örneğin, çağdaş toplumlarda, çağın gerisinde kalmış yazılı kanunlar değil, hakimlerin çağdaş akıl ve mantıkları, yani çağdaş yorumları egemendir. Geri kalmış toplumlarda ise, çağdaş akla ve mantığa dayanan yorumlar değil, çağdışı olduğu bilinse de, yazılı hukuk egemendir. Eğer yaşadığımız toplulukta çağdaş koşullara uyum gösteren aklı ve mantığa dayanan yorumlar değil de, çağdışı kalmış yazılı hukuk kuralları egemense, hiç kuşkunuz olmasın ki siz, çağdışı bir toplumda ve çağdışı bir adalet uygulaması içinde yaşıyorsunuz demektir.
Bizim bu görüşümüzün doğruluğunu, en güzel ve en veciz bir şekilde eski adalet bakanımız Sayın Oltan SUNGURLU 5.Ocak.1987 tarihli konuşmasında belirtmiştir.”İyi kanunlar kötü uygulayıcılar elinde kötü sonuçlar, kötü kanunlar iyi uygulayıcılar elinde iyi sonuçlar verir.” demesi ile doğrulamıştır.
Çok süratli ilerleme gösteren bu çağdaş yaşam, bazı kanunların çağdışı kalması doğaldır. Doğal olmayan, bu çağdışı kalmış kanunların, çağdaş yorumlamalarla uygulayamamaktır. Bir başka değişle, çağdaş bir uygulayıcı, yani kanunlar gibi çağ dışı kalmamış kafa yapısına sahip hukukçular, çağdaş yorumlamaları ile çağdışı kalmış bu gibi kanunları çağdaşlaştırabilirler. Yaşadığımız toplumda, çağdışı kalmış kanunlar, çağdaş düşün yapısına sahip çağdaş yorumlarla uygulanıyorsa, siz çağdaş bir toplumda ve çağdaş bir adalet içinde yaşıyorsunuz demektir. Yok, çağdışı kalmış kanunlar,üzerinde hiçbir yorum yapılmadan körü körüne uygulanıyorsa, bilin ki siz çağdışı bir toplumda ve çağdaşı bir adalet uygulaması içinde yaşıyorsunuz demektir.
Örneğin, çağdaş toplumlarda ve çağdaş adalette, bir insanın suçu ispat edilmeden o kişi suçlanamaz ve suçlu muamelesi uygulanamaz. Oysa çağdışı toplumlarda çağdışı adalet uygulamalarında, kişiler öncelikle suçlanır, suçlu işlemine tabi tutulur, hapishanelere atılır, hapishane yaşamı içinde de mahkemesi devam ettirilir ve genellikle de kişi beraat eder.
Yine çağdaş topluluklarda bir insanın suçluluğunu, onu suçlayan adalet mekanizması ispatlamaya çalışır, oysa çağdışı kalmış toplumlarda ve adalet sistemlerinde ise, adalet tarafından suçlanan kişi, kendisinin suçsuz olduğunu ispatlamaya zorlanır. Yaşadığımız toplumda, siz önceden suçlanıyor ve suçsuzluğunuzu siz ispatlamaya zorlanıyorsanız bu durumda, biliniz ki çağdışı kalmış bir toplumda ve adalet uygulaması içinde yaşıyorsunuz demektir.
Hukuka ve adalet anlayışına yalnızca bir ceza sistemi olarak değil, insan sevgisi açısından bakıp değerlendiren hukuk hocamız sayın Faruk EREN “Suçlu insanın üzerinden suçu kazıyınız altından İNSAN çıkar” demektedir. Oysa, çağdışı toplumlarda, çağdışı hukukun uygulayıcıları ise “İnsanın üzerinden insanlığı kazıyarak altından zorla suçlu çıkarmaktadırlar.”
İçinde yaşadığınız toplumda uygulanan hukuksal uygulamalara bakınız. Ne görüyorsunuz?
Özetle;
1. İçinde yaşadığınız toplumun kanunlarını inceleyiniz. Kanunlarınızın çıkış tarihleri hangi tarihi taşımaktadır ve hangi ülkenin kanunlarından esinlenerek düzenlenmiştir?
2. Ceza kanunlarınız, hoşgörü, tolerans, bir başka değişle sevgi anlayışına mı, yoksa ceza anlayışına mı daha çok dayanmaktadır?
3. Kanunlarınızı çağdaş adalet anlayışının uygulandığı kanunlarla karşılaştırınız. Hangisi daha çok ceza veya sevgi duygusuna dayanmaktadır. Özellikle hapis cezası hangi tip ülkelerin kanunlarında daha çok yer almaktadır?
Bu ve benzeri araştırmalar sonunda gördükleriniz çağdaş bir toplumda ve çağdaş bir adalet uygulaması içinde yaşadığınız duygusunu ve inancını sizde uyandırıyor mu? Eğer böyle bir duygu içinde iseniz, ne mutlu size, kutlarım sizi.
Yok, bunun aksi bir düşüncede iseniz, ne yapmanız gerekir? Doğrusu bunu tam olarak ben de bilemiyorum. Yalnız bilebildiğim bir tek şey var, o da,”Hiç olmazsa tavuk kadar değer verilmesini istememizin en tabii hakkımız olduğudur.”
Tarihini kesin olarak anımsayamıyorum fakat 1987’nin Şubat’ın sonlarında veya Mart ayının başlarında televizyonda yayınlanan bir sabah programında batı ülkelerin birinde, tavuklar üzerinde yapılan bir bilimsel araştırmayı duyurdu. Bu araştırmada, tavukların, yumurtlama zamanlarında, aşağılık kompleksi içine girdiklerini ve yumurtlama devrelerinde bir suçlu gibi gözden uzak, gizlenecek yerler aradıklarını ve oralara sığındıklarını, saklandıklarını saptamışlardır.
Bir tavuğun, yumurtlama devresinde duyabildiği bu aşağılık kompleksini ve tavuk üzerinde yaptığı olumsuz etkileri inceleyen bilim, insanların alınlarına vurulan suçluluk damgasının onlar ve aileleri üzerindeki olumsuz etkilerini neden incelemez ve bunu değerlendirmezler. Bir tavuğun aşağılık kompleksini düşmemesi için gösterilen bilimsel ilginin, insanlar üzerinde de düşünülmesini ve uygulanmasını istemek, haksız bir istek veya hayalperestlik mi olur?
Kısacası, adaleti sağlamak için verilen bir ceza, o insan üzerinde, suç duygusundan daha büyük bunalımlar ve kompleksler yaratılıyorsa, o adalet adaletsizlik yaratmış olur ve bu cezayı verenler, hukuk adına daha büyük suç işlemiş sayılırlar. Adalet ve insanlık adına, hukuk uygulayıcılarımızdan bu durumu dikkatlerinde bulundurmalarını istemek ve talep etmek bilim alanında değer verilen tavuklar kadar hakkımız olsa gerek.
e.Mail : bşaşal@mynet.com
7 Kasım 2008 Cuma
İnsan oğlu var oluşundan bu güne dek huzur ve mutluluğu aramıştır ve aramaktadır. Bunun için de, kendisine aradıklarını vereceğini sandığı bir takım ideolojiler peşinde koşmuştur, koşmaktadır. Özellikle, kapitalizm ve kominizm ideolojileri insanlığı etkilemiş ve etkilemektedir.
İnsanlar bu ideolojiler ve diğer ideolojilerde aradığını bulamamış ve bunun sonucu olarak büyük bir boşluğa, bunalıma düşmüş ve bir arayış içine girmiştir.
İnsanlar bu ideolojiler ve diğer ideolojilerde aradığını bulamamış ve bunun sonucu olarak büyük bir boşluğa, bunalıma düşmüş ve bir arayış içine girmiştir.
Bu arayışta insanlar manevi inançlara ve özellikle de dini inançlara yönelmiştir. Bu yönelişi gören bazı açıkgöz çevreler bu yönelişten kendilerine bazı çıkarlar elde etme gayreti içine girmişlerdir. Bu, ekonominin ve toplum yaşamının genel kuralıdır. Bir yerde talep, yani istek çoğalınca o isteğe göre de arzlar, yani bazı sunuşlar ortaya çıkar. Dünyamızda bu gelişimi gören bazı açıkgöz kişiler, din adamları ve siyasiler toplumun bu arayış ve isteklerinden faydalanma yönüne gittiler ve gidiyorlar. Büyük bir ustalıkla dindarlık kisvesine bürünüp toplumun dini inançlarını, onların istekleri ve beklentileri doğrultusunda kullanarak, dini ve insanları istismar edip onları sömürmeye başladılar.
Din ve dini inançları kimi çevreler günlük çıkarları, kimi çevreler de siyasi çıkarları için istismar ettiler ve ediyorlar. Hattâ bu alanda dünyada bir çok dini partiler kuruldu. Bu dini partilerde görev alan kişilerin ne kadar din ile ilgisi vardır, ne kadar dindar insanlardır, bu şüphe edilecek bir durumdur. Zaten bu kişiler için din ve dindarlık önemli değildir. Onlar için önemli olan dindar görünüp, toplumun dini duygularını, dini inançlarını dünyevi ve siyasi çıkarları için kullanabilme ustalığını, becerisini gösterebilmeleridir.Bunlar, toplumu kandırmak için, kalıptan kalıba, kılıktan kılığa girmekten çekinmezler.
Örneğin; Bu tipteki insanlar derhal, dini inançları çağrıştıran isimlerle bir takım şirketler, holdingler kurarak insanların dini duygularını istismar ederek, dine ve insanlara hizmet ediyor görüntüsü altında paralarını alılar ve ortadan kaybolurlar. Onlar, bu davranışlarıyla kârlı olduklarını sanırlar amma, insanların dini inançlarını yıkıp, yok ettiklerini düşünmezler, düşünseler de dikkate almazlar.
Örneğin; Bunlardan bazı kişiler de siyasi parti kurarlar, bu yönde faaliyet göstererek icra-i sanat ederler. Soyguncular, dolandırıcılar sanatlarını yürütmek için derhal bu siyasi partilere girerler ve orada en küçüğünden en büyük kademelerine kadar görev alırlar. Bunlar, günün 24 saatinde, fakat özellikle seçim zamanlarında akıl almaz bir çalışmaya girerler. Açık meydanlardan daha çok gizli köşelerde ve gizli bir şekilde çalışmayı severler. Çünkü; Aldatacakları, kandıracakları toplum çoğunlukla burada yaşar. Öylesine dindar ve dini inançlı görünürler ki, dini ve dini inançları yalnız onlar temsil ediyorlar, onlar koruyorlardır. Hafazan Allah, onlar olmazsa bu memlekette ve bu millette ne din kalacak ne iman... Onlar gibi düşünmemek, onlar gibi yaşayıp giyinmemek dine karşı gelmektir, dinsizliktir, imansızlıktır.
Kısacası, dinin ve dini inançların tek temsilcisi onlardır. Bunun için de seçimlerde yalnız onlara oy verilmesi gerekir. Onların dışındaki partilere oy vermek, Allah göstermesin dinsizlikle eşdeğer bir durumdur. Onlar, gerekli yerlerde ve gerekli gördükleri insanlara bir küçük altın veya bazı yardımlar karşılığında inandıkları din kitaplarının üstüne, kendi partilerine oy vereceklerine dair yemin ettirirler. Pek tabiidir ki bunlar hep din adına, Allah adına yapılır. Yoksa hiçbir art niyetleri yoktur !. Çünkü onlar Allah aşkı ile yanan insanlardır !
Bu ve buna benzer aldatmacalar, kandırmacaları ile dini inançlı insanlardan din adına oy isterler. Bunun sonucunda, ya doğrudan doğruya iktidar veya iktidar ortağı olurlar.
İşte, işin iç yüzü o zaman ortaya çıkar. Çünkü, seçimlerden sonra din adına oy almış olanların en azından üçte birinin suçlu kişiler olduğunu, adaletten kurtulmak için bu parti kanalıyla seçilip dokunulmazlık hakkı kazandıklarını, dokunulmazlığın arkasına saklandıklarını görürler. Yani, bazı kişilerin, hırsızların, dolandırıcıların, silâh ve esrar kaçakçılarının, hattâ cani ve katillerin, dini görünümlü bir partiden, dini görünümleri ile seçildiklerini görürler.
Dini görünümlü bu partilerde rüşvetçilik, dalavere, dolandırıcılık gibi işler, fatura ve arsa yolsuzlukları, kısacası burada yazmakla bitmez din adına yapılan bir sürü yalana-dolana dayanan işler ortaya çıkar. Amma onlar, bu işlerde o kadar ustalaşmış, pişmiş kimselerdir ki, halâ kendilerini dindar, namuslu, ahlâk timsali kişiler olarak göstermesini bilirler. Bu işi ustalıkla becerirler. Öylesine ki, kendi suçlarını başkalarının üzerine atarak, karşıt kişileri suçlu göstermesini çok iyi bilirler.
Kısacası, din adına “dini görünümlü” akla hayale gelmedik din dışı işler yaparlar. İşin başında millet bunun farkında olmayabilir amma, eninde sonunda uyanır ve oynanan oyunları ve çevrilen dolapları görmeye başlar.
Görmeye başlar da ne olur ?
Atı alan Üsküdar’ı geçmiştir, onlar yüklerini yüklenmişlerdir.
Burada asıl tehlike ve üzerinde durulması gereken asıl mesele, insanların, aldatılmış olmalarını anlamaları ve bu kişilere bir daha oy vermemeleri değil; Asıl tehlike ve asıl asıl acı sonuç, bu aldatma olayının din adına ve dindar görünümlü insanlar tarafından yapılması ve bunun görülmesidir.
Peki, bu durumda ne olmaktadır ?
İnsanlar, “beni, dini görünümlü sahtekârlar, dolandırıcılar aldattı” demiyorlar. İnsanlar bu gibi durumlarda kendisini aldatan insanları değil, doğrudan doğruya dini ve dini inançları hedef almakta, dine ve dini inançlara karşı inançları zayıflamakta, hattâ yok olmaktadır. İşte bu gibi , yani dini kullanan insanların yaptıkları en büyük kötülük budur.
İnsanların din ve Allah inançlarını yıkmakta ve yok etmektedirler.
Aldatılmanın, dolandırılmanın zararı ve acıları zamanla unutulabilir, fakat yıkılan, yok edilen din ve Allah inancının yeniden var edilmesi imkânsız gibidir. Çünkü, din ve Allah inancı kökünden yıkılıp yok edilmiştir. Bu yıkım, din adına, dindar görünümlü kişiler tarafından yapılmıştır. Bundan sonra onların karşısına gerçek din adamları değil, peygamber çıksa dahi inanmayacaklardır.
Böylece, din ve Allah inancı yok edilmektedir ve yok olmaktadır.
Ne yazık ki bu tehlikeyi görmüyoruz.
Daha açık ve özlü bir sözle; “Din ve dini inançların istismarcılığı, dinsizliğe hizmettir”
Bunu unutmayalım. Çünkü bir çok kişiden; “Eğer bunlar dindar iseler, ben dinsiz olmayı tercih ederim” dediklerini duydum.
Bu çok acı ve çok üzüntü veren bir durumdur.
Halbuki; Söyler’ misiniz, din ve dini inançların istismar edildiği ve din ile aldatılıp kandırılan toplumlarda güvenilir seçim, sağlıklı oy almak mümkün’ müdür ?
Seçim döneminde yapılan konuşmalara ve çalışmalara “seçim kampanyası” deniyor. Oysa, buna “yalan söyleme kampanyası” denilse, bence daha doğrun olur. Çünkü ben, bu güne dek düşündüğüm ve istediğim gibi bir tek “seçim kampanyası” görmedim. Ama, “yalan söyleme kampanyası” çok gördüm.
Aldatılarak, kandırılarak alınan oylar sonucu kurulan iktidar “milli irade” yi temsil edebilir mi?
Eğer, güvenilir seçim ve sağlıklı oylarla bir seçim yapılması, “milli iradenin” oluşması ve temsil edilmesi isteniyorsa, insanların bireysel olsun, toplumsal olsun, din ve dini inançlarının istismar edilerek aldatılması, kandırılması ve sömürülmesi önlenmelidir.
Bunun için de milletçe gerekli bütün tedbirlerin ve önlemlerin alınması zorunlu olmalıdır.
***
BİR ŞEYLER OLUYOR, ANLAYAN VAR MI ?
Din ve dini inançları kimi çevreler günlük çıkarları, kimi çevreler de siyasi çıkarları için istismar ettiler ve ediyorlar. Hattâ bu alanda dünyada bir çok dini partiler kuruldu. Bu dini partilerde görev alan kişilerin ne kadar din ile ilgisi vardır, ne kadar dindar insanlardır, bu şüphe edilecek bir durumdur. Zaten bu kişiler için din ve dindarlık önemli değildir. Onlar için önemli olan dindar görünüp, toplumun dini duygularını, dini inançlarını dünyevi ve siyasi çıkarları için kullanabilme ustalığını, becerisini gösterebilmeleridir.Bunlar, toplumu kandırmak için, kalıptan kalıba, kılıktan kılığa girmekten çekinmezler.
Örneğin; Bu tipteki insanlar derhal, dini inançları çağrıştıran isimlerle bir takım şirketler, holdingler kurarak insanların dini duygularını istismar ederek, dine ve insanlara hizmet ediyor görüntüsü altında paralarını alılar ve ortadan kaybolurlar. Onlar, bu davranışlarıyla kârlı olduklarını sanırlar amma, insanların dini inançlarını yıkıp, yok ettiklerini düşünmezler, düşünseler de dikkate almazlar.
Örneğin; Bunlardan bazı kişiler de siyasi parti kurarlar, bu yönde faaliyet göstererek icra-i sanat ederler. Soyguncular, dolandırıcılar sanatlarını yürütmek için derhal bu siyasi partilere girerler ve orada en küçüğünden en büyük kademelerine kadar görev alırlar. Bunlar, günün 24 saatinde, fakat özellikle seçim zamanlarında akıl almaz bir çalışmaya girerler. Açık meydanlardan daha çok gizli köşelerde ve gizli bir şekilde çalışmayı severler. Çünkü; Aldatacakları, kandıracakları toplum çoğunlukla burada yaşar. Öylesine dindar ve dini inançlı görünürler ki, dini ve dini inançları yalnız onlar temsil ediyorlar, onlar koruyorlardır. Hafazan Allah, onlar olmazsa bu memlekette ve bu millette ne din kalacak ne iman... Onlar gibi düşünmemek, onlar gibi yaşayıp giyinmemek dine karşı gelmektir, dinsizliktir, imansızlıktır.
Kısacası, dinin ve dini inançların tek temsilcisi onlardır. Bunun için de seçimlerde yalnız onlara oy verilmesi gerekir. Onların dışındaki partilere oy vermek, Allah göstermesin dinsizlikle eşdeğer bir durumdur. Onlar, gerekli yerlerde ve gerekli gördükleri insanlara bir küçük altın veya bazı yardımlar karşılığında inandıkları din kitaplarının üstüne, kendi partilerine oy vereceklerine dair yemin ettirirler. Pek tabiidir ki bunlar hep din adına, Allah adına yapılır. Yoksa hiçbir art niyetleri yoktur !. Çünkü onlar Allah aşkı ile yanan insanlardır !
Bu ve buna benzer aldatmacalar, kandırmacaları ile dini inançlı insanlardan din adına oy isterler. Bunun sonucunda, ya doğrudan doğruya iktidar veya iktidar ortağı olurlar.
İşte, işin iç yüzü o zaman ortaya çıkar. Çünkü, seçimlerden sonra din adına oy almış olanların en azından üçte birinin suçlu kişiler olduğunu, adaletten kurtulmak için bu parti kanalıyla seçilip dokunulmazlık hakkı kazandıklarını, dokunulmazlığın arkasına saklandıklarını görürler. Yani, bazı kişilerin, hırsızların, dolandırıcıların, silâh ve esrar kaçakçılarının, hattâ cani ve katillerin, dini görünümlü bir partiden, dini görünümleri ile seçildiklerini görürler.
Dini görünümlü bu partilerde rüşvetçilik, dalavere, dolandırıcılık gibi işler, fatura ve arsa yolsuzlukları, kısacası burada yazmakla bitmez din adına yapılan bir sürü yalana-dolana dayanan işler ortaya çıkar. Amma onlar, bu işlerde o kadar ustalaşmış, pişmiş kimselerdir ki, halâ kendilerini dindar, namuslu, ahlâk timsali kişiler olarak göstermesini bilirler. Bu işi ustalıkla becerirler. Öylesine ki, kendi suçlarını başkalarının üzerine atarak, karşıt kişileri suçlu göstermesini çok iyi bilirler.
Kısacası, din adına “dini görünümlü” akla hayale gelmedik din dışı işler yaparlar. İşin başında millet bunun farkında olmayabilir amma, eninde sonunda uyanır ve oynanan oyunları ve çevrilen dolapları görmeye başlar.
Görmeye başlar da ne olur ?
Atı alan Üsküdar’ı geçmiştir, onlar yüklerini yüklenmişlerdir.
Burada asıl tehlike ve üzerinde durulması gereken asıl mesele, insanların, aldatılmış olmalarını anlamaları ve bu kişilere bir daha oy vermemeleri değil; Asıl tehlike ve asıl asıl acı sonuç, bu aldatma olayının din adına ve dindar görünümlü insanlar tarafından yapılması ve bunun görülmesidir.
Peki, bu durumda ne olmaktadır ?
İnsanlar, “beni, dini görünümlü sahtekârlar, dolandırıcılar aldattı” demiyorlar. İnsanlar bu gibi durumlarda kendisini aldatan insanları değil, doğrudan doğruya dini ve dini inançları hedef almakta, dine ve dini inançlara karşı inançları zayıflamakta, hattâ yok olmaktadır. İşte bu gibi , yani dini kullanan insanların yaptıkları en büyük kötülük budur.
İnsanların din ve Allah inançlarını yıkmakta ve yok etmektedirler.
Aldatılmanın, dolandırılmanın zararı ve acıları zamanla unutulabilir, fakat yıkılan, yok edilen din ve Allah inancının yeniden var edilmesi imkânsız gibidir. Çünkü, din ve Allah inancı kökünden yıkılıp yok edilmiştir. Bu yıkım, din adına, dindar görünümlü kişiler tarafından yapılmıştır. Bundan sonra onların karşısına gerçek din adamları değil, peygamber çıksa dahi inanmayacaklardır.
Böylece, din ve Allah inancı yok edilmektedir ve yok olmaktadır.
Ne yazık ki bu tehlikeyi görmüyoruz.
Daha açık ve özlü bir sözle; “Din ve dini inançların istismarcılığı, dinsizliğe hizmettir”
Bunu unutmayalım. Çünkü bir çok kişiden; “Eğer bunlar dindar iseler, ben dinsiz olmayı tercih ederim” dediklerini duydum.
Bu çok acı ve çok üzüntü veren bir durumdur.
Halbuki; Söyler’ misiniz, din ve dini inançların istismar edildiği ve din ile aldatılıp kandırılan toplumlarda güvenilir seçim, sağlıklı oy almak mümkün’ müdür ?
Seçim döneminde yapılan konuşmalara ve çalışmalara “seçim kampanyası” deniyor. Oysa, buna “yalan söyleme kampanyası” denilse, bence daha doğrun olur. Çünkü ben, bu güne dek düşündüğüm ve istediğim gibi bir tek “seçim kampanyası” görmedim. Ama, “yalan söyleme kampanyası” çok gördüm.
Aldatılarak, kandırılarak alınan oylar sonucu kurulan iktidar “milli irade” yi temsil edebilir mi?
Eğer, güvenilir seçim ve sağlıklı oylarla bir seçim yapılması, “milli iradenin” oluşması ve temsil edilmesi isteniyorsa, insanların bireysel olsun, toplumsal olsun, din ve dini inançlarının istismar edilerek aldatılması, kandırılması ve sömürülmesi önlenmelidir.
Bunun için de milletçe gerekli bütün tedbirlerin ve önlemlerin alınması zorunlu olmalıdır.
***
BİR ŞEYLER OLUYOR, ANLAYAN VAR MI ?
Behzat ŞAŞAL
Dostlarım, hayvanlar arasında olsun, insanlar arasında olsun, dünyamızda canlılar aleminde bir şeyler oluyor, bunun farkında mısınız bilmiyorum. Bu bir şeyler oluş, insanlar alemi ile hayvanlar alemi arasında bir değişim şeklinde kendini göstermektedir.
Televizyonlarda ve özellikle gazetelerde bilmiyorum dikkatinizi çekiyor mu ?
Gazetede bir resim, güzel bir kedi ve bir fare birlikte yaşıyorlar, fare kedinin üstüne binmiş sırtında oturuyor.
Başka bir gazete de başka bir resim, denize düşen bir kedi yavrusunu bir polis köpeği denize atlayarak onu ağzına alıp, incitmeden sahile çıkarıyor ve ıslanmış kediyi kurutmak için diliyle yalıyor.
Yine başka bir resimde bir köpek, kendi yavruları ile birlikte bir kedi yavrusunu emzirerek besliyor.
Bir kedinin kuşlarla arkadaş olup oynayışını, kuşların kedinin üstüne konduklarını gördünüz mü ?
Ve bir kaplanla ceylan’ın birlikte kardeş kardeş yaşadıklarını gösteren bir başka resim.
Bu ve buna benzer daha bir sürü örnekler.
Bizim bildiğimize göre, tabiatın yaratılış kanununda taban tabana zıt yaratılışlı ve doğal yapıları gereği birbirine düşman oldukları bilinen bu hayvanların sarmaş dolaş, kardeşçe yaşadıklarını görüyoruz.
Buna karşın insan alemine ve yaşamına bir bakalım.
Yine gazetelerde okuyor ve televizyonlarda izliyoruz.
Kolundaki bileziği alabilmek için kesilen, öldürülen insanlar...
Babası 80, annesi 75 yaşlarında, bu yaşlı insanları ağızlarındaki takma dişleri zorla alarak satan bir evlât.
Kendisine para vermiyor diye, yatalak hasta annesini döverek sokağa atan bir başka evlât,
Sakatlar arabasında felçli bir insan, bu felçli insanı hastanelik edecek şekilde döverek o insanın iletişim aracı olan cep telefonunu çalanlar...
Gözleri görmeyen bir insanı, yardım ediyoruz diye ıssız bir yere götürüp orada döverek üstündeki bütün paraları alanlar...
Çantasını almak için insanları yerlerde sürükleyerek öldürenler...
Bunlar niçin, neden yapılmaktadır ?
İnsanlar, bu ve buna benzer daha bir çok kötülükleri PARA için yapmaktadırlar.
İnsanlar için para neyse, köpekler için de kemik aynı şeydir. Köpekler de kemik için birbirleri ile boğuşurlar, ama bir kemik parçası için birbirlerini öldürmemektedirler.
Bundan ders alan var mı ?
Para için öz be öz kızına, nikâhlı karısına fahişelik yaptıran insanlar...
Para için, kutsal kabul edilen vatanını, hattâ dini inançlarını satanlar...
Dostlarım; Hayvanlar alemindeki bu duygusal değişimin ve davranışların farkında mısınız? Buna karşın insanlardaki bu korkunç değişimin, duygusal ve ahlâki değerler bakımından dejenere oluşunu görebiliyor ve izleyebiliyor musunuz ?
Biz insanların ders alması için mi, hayvanlar aleminde böyle bir değişim ve insancıl yardımlaşma oluştuğunu görüyoruz.
Biz insanlara ders olması umuduyla hayvanların böylesine insancıl davranışlara yönelten bu güç nedir ?
Kısacası: Hayvanlarla insanların bazı davranışlarda yer değiştirdiğini görüyor musunuz ?
Bu değişimi; Gören, bilen, anlayan var mı ?
İnsanlık olarak, bunların üzerinde düşünmemiz gerekmez mi ?
Bu gidiş, insanlığın geleceği için büyük bir tehlike değil mi ?
Bu olumsuz gidişi durdurmak, değiştirmek mümkün değil mi ?
Mümkün ise bu nasıl olacak?
e.MAİL: bsasal@mynet.com
Dostlarım, hayvanlar arasında olsun, insanlar arasında olsun, dünyamızda canlılar aleminde bir şeyler oluyor, bunun farkında mısınız bilmiyorum. Bu bir şeyler oluş, insanlar alemi ile hayvanlar alemi arasında bir değişim şeklinde kendini göstermektedir.
Televizyonlarda ve özellikle gazetelerde bilmiyorum dikkatinizi çekiyor mu ?
Gazetede bir resim, güzel bir kedi ve bir fare birlikte yaşıyorlar, fare kedinin üstüne binmiş sırtında oturuyor.
Başka bir gazete de başka bir resim, denize düşen bir kedi yavrusunu bir polis köpeği denize atlayarak onu ağzına alıp, incitmeden sahile çıkarıyor ve ıslanmış kediyi kurutmak için diliyle yalıyor.
Yine başka bir resimde bir köpek, kendi yavruları ile birlikte bir kedi yavrusunu emzirerek besliyor.
Bir kedinin kuşlarla arkadaş olup oynayışını, kuşların kedinin üstüne konduklarını gördünüz mü ?
Ve bir kaplanla ceylan’ın birlikte kardeş kardeş yaşadıklarını gösteren bir başka resim.
Bu ve buna benzer daha bir sürü örnekler.
Bizim bildiğimize göre, tabiatın yaratılış kanununda taban tabana zıt yaratılışlı ve doğal yapıları gereği birbirine düşman oldukları bilinen bu hayvanların sarmaş dolaş, kardeşçe yaşadıklarını görüyoruz.
Buna karşın insan alemine ve yaşamına bir bakalım.
Yine gazetelerde okuyor ve televizyonlarda izliyoruz.
Kolundaki bileziği alabilmek için kesilen, öldürülen insanlar...
Babası 80, annesi 75 yaşlarında, bu yaşlı insanları ağızlarındaki takma dişleri zorla alarak satan bir evlât.
Kendisine para vermiyor diye, yatalak hasta annesini döverek sokağa atan bir başka evlât,
Sakatlar arabasında felçli bir insan, bu felçli insanı hastanelik edecek şekilde döverek o insanın iletişim aracı olan cep telefonunu çalanlar...
Gözleri görmeyen bir insanı, yardım ediyoruz diye ıssız bir yere götürüp orada döverek üstündeki bütün paraları alanlar...
Çantasını almak için insanları yerlerde sürükleyerek öldürenler...
Bunlar niçin, neden yapılmaktadır ?
İnsanlar, bu ve buna benzer daha bir çok kötülükleri PARA için yapmaktadırlar.
İnsanlar için para neyse, köpekler için de kemik aynı şeydir. Köpekler de kemik için birbirleri ile boğuşurlar, ama bir kemik parçası için birbirlerini öldürmemektedirler.
Bundan ders alan var mı ?
Para için öz be öz kızına, nikâhlı karısına fahişelik yaptıran insanlar...
Para için, kutsal kabul edilen vatanını, hattâ dini inançlarını satanlar...
Dostlarım; Hayvanlar alemindeki bu duygusal değişimin ve davranışların farkında mısınız? Buna karşın insanlardaki bu korkunç değişimin, duygusal ve ahlâki değerler bakımından dejenere oluşunu görebiliyor ve izleyebiliyor musunuz ?
Biz insanların ders alması için mi, hayvanlar aleminde böyle bir değişim ve insancıl yardımlaşma oluştuğunu görüyoruz.
Biz insanlara ders olması umuduyla hayvanların böylesine insancıl davranışlara yönelten bu güç nedir ?
Kısacası: Hayvanlarla insanların bazı davranışlarda yer değiştirdiğini görüyor musunuz ?
Bu değişimi; Gören, bilen, anlayan var mı ?
İnsanlık olarak, bunların üzerinde düşünmemiz gerekmez mi ?
Bu gidiş, insanlığın geleceği için büyük bir tehlike değil mi ?
Bu olumsuz gidişi durdurmak, değiştirmek mümkün değil mi ?
Mümkün ise bu nasıl olacak?
e.MAİL: bsasal@mynet.com
1 Kasım 2008 Cumartesi
BİLİM VE DİN ÇEVRELERİNE ÇAĞRI
Birbirinizi yok etmek veya en azından etkisiz hale getirmek için, aranızdaki açık veya gizli zıtlaşmayı, savaşı bırakın artık. Bu zıtlaşma ve savaşta birbirinize değil, bütün insanlığa kötülük ve zarar verdiğinizi görünüz artık.
Düşüncelerinizi ve amaçlarınızı dünyevi çıkarlardan uzak, açık kalplilikle ortaya koyarsanız, aranızda, birbirinizi yok etmeyi gerektiren bir zıtlığın olmadığını göreceksiniz.
Bilimin amacı da, bütün dinlerin amacı gibi insanlığa hizmet etmek değil midir ?
Öyle ise, aranızdaki bu zıtlaşmanın ve düşmanca görüntünün temel nedeni nedir ?
Bilim çevresinin amacı; Her şeyin bilimselliğe dayanması, bilimin ve akılcılığın insan yaşamına egemen olması ve hükmetmesi değil midir ?
Peki, bütün din kitaplarının da temel emirlerinden olup, aydın din çevrelerinin amacı da, din ve dini inançların akıl ve akılcılığa dayanması değil midir? Çünkü, din kitaplarımız, “Siz hiç düşünmez misiniz ?” , “Siz hiç akıl etmez misiniz?” gibi insanları düşünmeye ve akılcılığa davet eden ayetlerle dolu değil mi ?
Din kitabımızda :
“Neden Kuran’ı dikkatle incelemiyorlar ? Yoksa, akılları üzerinde kilitler mi var ?” ayeti ile insanları açıkça araştırmaya, akılcılığa yani bilimselliğe davet etmiyor mu ?
Ayrıca, yine bütün dini inançlarda “Aklı olmayanın dini yoktur” ayeti ile de insanlara ‘akılcılığı’ önermiş, aklı olmayanın dini inancının da akılcı olmayacağını ve Allah tarafından da makbul kabul edilmeyeceğini açıkça belirtmiyor mu ?
Bilim çevresi, bilimsel bulgularının ve bu bulgulara dayanarak yaptıklarının özüne indiğinde o bilimsel bulgularda Kur’an’daki ayetin bilimsel açıklamasını görecektir. Çünkü, “Kur’an, tabiat kanunları için Allah’ın ilâhi kanunlarıdır” demektedir.
Bilim ve din çevrelerine çağrıda bulunuyorum:
Gelin, bütün bilimsel bulguları ve bu bulgulara dayalı teknolojiyi tabiat kanunları ile, Kur’an daki ilgili bazı ayetleri birlikte değerlendiriniz. Bu durumda bilim ve dinin birbirinden ayrı, özellikle de birbirine karşıt olmadığını, tam aksine ÖZ’de bir olduğunu göreceksiniz.
Öyle ise, bu savaş neyin savaşı ve ‘bu savaş’ niçin verilmektedir ?
Her iki taraf da akılcı bir gözlemle değerlendirmede bulunursa, bazı yanlış anlamalar ve yanılgılar içinde bulunduklarını göreceklerdir.
Bazı bilim çevreleri,‘din ve Allah inancına’ neden karşıdırlar ?
Din ve Allah inancında insanlık için zararlı gördükleri olumsuzlukları lütfen açık kalplilikle ortaya koysunlar.
Din çevreleri de lütfen, bilim çevrelerinin din ve Allah inancına karşı oldukları konular üzerinde akılcı olarak düşünmeli ve bu alanda gerekli bilimsel araştırmaları yapmalıdırlar.
Öyle sanıyorum ki, şu gerçekler ortaya çıkacaktır:
* Bilim çevrelerinin din ve Allah inancında ve bazı dini uygulamalarda karşı oldukları bir çok şeye aydın din çevrelerinin de karşı olduğu görülecektir.
* Din çevreleri de gerekli bilimsel araştırmalarda bulunurlarsa, din ve dini inançlar içinde bilimle ve akılcılıkla bağdaşmayan ve kabul edilemeyecek bir çok hurafe ve batıl inançların varlığını ve uygulamalarını göreceklerdir.
* Din ve dini inançlara karşı olan çevreler de, dini inançlar ve uygulamalar içine karışmış hurafe ve batıl inançları din olarak düşünüp değerlendirme yanılgısından kendilerini ve insanlığı kurtarmalıdırlar.
* Çalışmayı ve bilimsel düşünmeyi ibadet kabul eden dinleri, insanları geri bırakmakla suçlamak yanılgısından kendilerini ve dinleri kurtarmalıdırlar.
* Din, “Din Ahlâktır” diye tanımlanırken, dinleri ahlâk anlayışını bozmakla suçlamak yanılgısından kendinizi de dinleri de kurtarınız.
* Hurafeler ve batıl inançlara karşı savaş açmış olan dinler ne gariptir ki, hurafelik ve batıl inançlılıkla suçlanmaktadır. Bu yanılgıyı görelim artık.
* “Bilim için çalışırken dinden, din için çalışırken bilimden uzaklaşmayın” bu deyiş dinlerin ortak görüşü ve ortak emridir.
Kısacası; Allah’ın, din ve dini kurallarındaki arzu ve amacının, hurafe ve batıl inançlardan arındırarak, dinlerin gerçek felsefesini ortaya çıkarma zamanı gelmiştir.
Allah’ın, akıl ve akılcılığa dayandırdığı din ve dini inançlar ile, dini, akıl ve akılcılığın dışında gösterenleri ayırt ediniz ve dini, akılcılığın dışında gösterenlere karşı olunuz. Ama, Allah’a ve akılcılığa dayanan din ve dini inançlara karşı olmayınız.
Allah’ın, din ve dini inançlarla ortaya koyduğu amacı ; “Sana yapılmasını istemediğin kötü şeyleri sen de başkalarına yapma, sana yapılmasını istediğin iyi şeyleri sen de başkalarına yap” veya “Kendiniz için sevdiğiniz şeyleri başkaları için de sevmedikçe hiçbiriniz iman etmiş sayılmazsınız” değil mi ?
İnsanlık bunu bilmiyor veya bilinmiyorsa, din ve Allah inancını yok etmeye çalışacağımız yerde, dinlerin bu ortak felsefesini insanlığa öğretmemiz, insanlık için çok daha iyi ve faydalı olmaz mı ?
Dine karşı veya dindar olun, bu ortak amaç ve felsefeye karşı olabilir misiniz ?
Bunun için bilimin ve dinin bu ortak amaçlarda el ele vererek insanlığın mutluluğu, huzuru ve buna ulaşılması için çalışmak olmalıdır.
O halde, bilim ve din neden, niçin birbirine karşıt ve düşmanca davranışlar içinde bulunuyorlar ?
En doğrusu, bilim ve din el ele verip, insanlığın mutluluğu için birlikte daha bilinçli, daha akılcı ve daha inançlı olarak çalışmalıdırlar.
İnsanlık, ancak, böyle bir din anlayışı ve yaşam biçimi ile kötülüklerden, savaşlardan kurtulup gerçek mutluluğa ve huzura kavuşacaktır.
Aslında, bilimin de dinin de asli görev ve işlevi budur. Uygulama bu olmalıdır.
Behzat. ŞAŞAL e.Mail; bsasal@mynet.com GSM: 0537.683 95 33
*****************
UNIVERSAL CALL .... COME !..
Let us bring wherever we go
Let us be connectors and unifiers, not sowers of dissent
Let us disseminate
Love where there is hate
Forgiveness where there is injury
Belief where there is doubt
Hope where there is despaır
Light where there is darkness
And joy where there is sorrow
COME!
Let us be
Not of those who see the failure of others,but of who hide their
Not of those who seek consolation, but those who console
Not of those who wish to be understood, but those who understand
Not of those who wish to be loved, but those who love.
COME!
Let us we become
Like the rain, which bestows life without discrimination wherever it flows;
Like the sun, which enlightens all beings everywhere without distinction; like the earth, which though everything steps on it, withholds nothing, and bestows its fruits on everyone.
AND COME!
Be the ones of those hands who give rather than receive
Those who are forgiven because they forgive
Those who are born for Truth, live for Truth,die for Truth,
And let’s be in the stage of the ones who are reborn in the eternal life…
Behzat ŞAŞAL
INVITATION TO UNIVERSAL UNION(*)
Starting with the first experiences of the human being, the greatest mistake made is the discrimination among languages, religions and races. However, the scientific diagnosis on DNA proves that all people have the same genetic specialties. So, we are the individuals of the great world family. The discrimination between the religions is the human history. Since there is no different GODS, therefore there is no different religions. If the issue is examined carefully and evaluated with objective rationality, we can see that all the Prophets are God’s Prophets and their mission is to teach and to explain GOD to the people.
Whichever religion we believe in or whatever name we gave a name to those religions, we all pray to and practice for the same GOD that all of us believe in, pray to and practice for.
On the contrary, we have been fighting and killing each other for God along centuries while pretending that there are different GODS and religions.
So, what we are going to say on Doomsday if GOD will ask why we killed each other. Should we reply that we did it for you, how we can give an answer in the case that GOD says: “Did not I create both you and the people you had killed?”
All the religions have common order for the people that:”Do not treat others in a bad way that you do not like to be treated so. Do the others favor that you like to be done so.”
What is the reason that we cannot understand this beautiful comment and do it so?
How can we get rid of those prejudices and evil activities that infuse our personality and subconscious along the centuries?
The only and proper way is criticize us as an individual and a social group for saving ourselves from the adverse impact of the selfish interest. That means we should struggle with our conscious that produces discrimination and wars.
SO…
Come together, in the “Age of the Wisdom” 21 century, let’s get r id of the mistake that has been existing all centuries long.
Come together, perceive that we have the same origin and hug each other frankly, although we have different colors, languages and religious beliefs.
Come together, get the heaven even in this world and in our lives that God promises in the holy boks.
FRIENDLY LOVE…
(*) P.S. ıf you believe in this invitation, please declare this with your signature to all the leaders of the religions, the governments and authorized organizations via all communication tools.
YOUR PAY OFF WOULD BE INFINITE LOVE AND PEACE AND FRATERNITY
Behzat ŞAŞAL
bsasal@mynet.com // GSM:0537.6839533
P.K. No: 118 [06442] ANKARA/TÜRKİYE
Birbirinizi yok etmek veya en azından etkisiz hale getirmek için, aranızdaki açık veya gizli zıtlaşmayı, savaşı bırakın artık. Bu zıtlaşma ve savaşta birbirinize değil, bütün insanlığa kötülük ve zarar verdiğinizi görünüz artık.
Düşüncelerinizi ve amaçlarınızı dünyevi çıkarlardan uzak, açık kalplilikle ortaya koyarsanız, aranızda, birbirinizi yok etmeyi gerektiren bir zıtlığın olmadığını göreceksiniz.
Bilimin amacı da, bütün dinlerin amacı gibi insanlığa hizmet etmek değil midir ?
Öyle ise, aranızdaki bu zıtlaşmanın ve düşmanca görüntünün temel nedeni nedir ?
Bilim çevresinin amacı; Her şeyin bilimselliğe dayanması, bilimin ve akılcılığın insan yaşamına egemen olması ve hükmetmesi değil midir ?
Peki, bütün din kitaplarının da temel emirlerinden olup, aydın din çevrelerinin amacı da, din ve dini inançların akıl ve akılcılığa dayanması değil midir? Çünkü, din kitaplarımız, “Siz hiç düşünmez misiniz ?” , “Siz hiç akıl etmez misiniz?” gibi insanları düşünmeye ve akılcılığa davet eden ayetlerle dolu değil mi ?
Din kitabımızda :
“Neden Kuran’ı dikkatle incelemiyorlar ? Yoksa, akılları üzerinde kilitler mi var ?” ayeti ile insanları açıkça araştırmaya, akılcılığa yani bilimselliğe davet etmiyor mu ?
Ayrıca, yine bütün dini inançlarda “Aklı olmayanın dini yoktur” ayeti ile de insanlara ‘akılcılığı’ önermiş, aklı olmayanın dini inancının da akılcı olmayacağını ve Allah tarafından da makbul kabul edilmeyeceğini açıkça belirtmiyor mu ?
Bilim çevresi, bilimsel bulgularının ve bu bulgulara dayanarak yaptıklarının özüne indiğinde o bilimsel bulgularda Kur’an’daki ayetin bilimsel açıklamasını görecektir. Çünkü, “Kur’an, tabiat kanunları için Allah’ın ilâhi kanunlarıdır” demektedir.
Bilim ve din çevrelerine çağrıda bulunuyorum:
Gelin, bütün bilimsel bulguları ve bu bulgulara dayalı teknolojiyi tabiat kanunları ile, Kur’an daki ilgili bazı ayetleri birlikte değerlendiriniz. Bu durumda bilim ve dinin birbirinden ayrı, özellikle de birbirine karşıt olmadığını, tam aksine ÖZ’de bir olduğunu göreceksiniz.
Öyle ise, bu savaş neyin savaşı ve ‘bu savaş’ niçin verilmektedir ?
Her iki taraf da akılcı bir gözlemle değerlendirmede bulunursa, bazı yanlış anlamalar ve yanılgılar içinde bulunduklarını göreceklerdir.
Bazı bilim çevreleri,‘din ve Allah inancına’ neden karşıdırlar ?
Din ve Allah inancında insanlık için zararlı gördükleri olumsuzlukları lütfen açık kalplilikle ortaya koysunlar.
Din çevreleri de lütfen, bilim çevrelerinin din ve Allah inancına karşı oldukları konular üzerinde akılcı olarak düşünmeli ve bu alanda gerekli bilimsel araştırmaları yapmalıdırlar.
Öyle sanıyorum ki, şu gerçekler ortaya çıkacaktır:
* Bilim çevrelerinin din ve Allah inancında ve bazı dini uygulamalarda karşı oldukları bir çok şeye aydın din çevrelerinin de karşı olduğu görülecektir.
* Din çevreleri de gerekli bilimsel araştırmalarda bulunurlarsa, din ve dini inançlar içinde bilimle ve akılcılıkla bağdaşmayan ve kabul edilemeyecek bir çok hurafe ve batıl inançların varlığını ve uygulamalarını göreceklerdir.
* Din ve dini inançlara karşı olan çevreler de, dini inançlar ve uygulamalar içine karışmış hurafe ve batıl inançları din olarak düşünüp değerlendirme yanılgısından kendilerini ve insanlığı kurtarmalıdırlar.
* Çalışmayı ve bilimsel düşünmeyi ibadet kabul eden dinleri, insanları geri bırakmakla suçlamak yanılgısından kendilerini ve dinleri kurtarmalıdırlar.
* Din, “Din Ahlâktır” diye tanımlanırken, dinleri ahlâk anlayışını bozmakla suçlamak yanılgısından kendinizi de dinleri de kurtarınız.
* Hurafeler ve batıl inançlara karşı savaş açmış olan dinler ne gariptir ki, hurafelik ve batıl inançlılıkla suçlanmaktadır. Bu yanılgıyı görelim artık.
* “Bilim için çalışırken dinden, din için çalışırken bilimden uzaklaşmayın” bu deyiş dinlerin ortak görüşü ve ortak emridir.
Kısacası; Allah’ın, din ve dini kurallarındaki arzu ve amacının, hurafe ve batıl inançlardan arındırarak, dinlerin gerçek felsefesini ortaya çıkarma zamanı gelmiştir.
Allah’ın, akıl ve akılcılığa dayandırdığı din ve dini inançlar ile, dini, akıl ve akılcılığın dışında gösterenleri ayırt ediniz ve dini, akılcılığın dışında gösterenlere karşı olunuz. Ama, Allah’a ve akılcılığa dayanan din ve dini inançlara karşı olmayınız.
Allah’ın, din ve dini inançlarla ortaya koyduğu amacı ; “Sana yapılmasını istemediğin kötü şeyleri sen de başkalarına yapma, sana yapılmasını istediğin iyi şeyleri sen de başkalarına yap” veya “Kendiniz için sevdiğiniz şeyleri başkaları için de sevmedikçe hiçbiriniz iman etmiş sayılmazsınız” değil mi ?
İnsanlık bunu bilmiyor veya bilinmiyorsa, din ve Allah inancını yok etmeye çalışacağımız yerde, dinlerin bu ortak felsefesini insanlığa öğretmemiz, insanlık için çok daha iyi ve faydalı olmaz mı ?
Dine karşı veya dindar olun, bu ortak amaç ve felsefeye karşı olabilir misiniz ?
Bunun için bilimin ve dinin bu ortak amaçlarda el ele vererek insanlığın mutluluğu, huzuru ve buna ulaşılması için çalışmak olmalıdır.
O halde, bilim ve din neden, niçin birbirine karşıt ve düşmanca davranışlar içinde bulunuyorlar ?
En doğrusu, bilim ve din el ele verip, insanlığın mutluluğu için birlikte daha bilinçli, daha akılcı ve daha inançlı olarak çalışmalıdırlar.
İnsanlık, ancak, böyle bir din anlayışı ve yaşam biçimi ile kötülüklerden, savaşlardan kurtulup gerçek mutluluğa ve huzura kavuşacaktır.
Aslında, bilimin de dinin de asli görev ve işlevi budur. Uygulama bu olmalıdır.
Behzat. ŞAŞAL e.Mail; bsasal@mynet.com GSM: 0537.683 95 33
*****************
UNIVERSAL CALL .... COME !..
Let us bring wherever we go
Let us be connectors and unifiers, not sowers of dissent
Let us disseminate
Love where there is hate
Forgiveness where there is injury
Belief where there is doubt
Hope where there is despaır
Light where there is darkness
And joy where there is sorrow
COME!
Let us be
Not of those who see the failure of others,but of who hide their
Not of those who seek consolation, but those who console
Not of those who wish to be understood, but those who understand
Not of those who wish to be loved, but those who love.
COME!
Let us we become
Like the rain, which bestows life without discrimination wherever it flows;
Like the sun, which enlightens all beings everywhere without distinction; like the earth, which though everything steps on it, withholds nothing, and bestows its fruits on everyone.
AND COME!
Be the ones of those hands who give rather than receive
Those who are forgiven because they forgive
Those who are born for Truth, live for Truth,die for Truth,
And let’s be in the stage of the ones who are reborn in the eternal life…
Behzat ŞAŞAL
INVITATION TO UNIVERSAL UNION(*)
Starting with the first experiences of the human being, the greatest mistake made is the discrimination among languages, religions and races. However, the scientific diagnosis on DNA proves that all people have the same genetic specialties. So, we are the individuals of the great world family. The discrimination between the religions is the human history. Since there is no different GODS, therefore there is no different religions. If the issue is examined carefully and evaluated with objective rationality, we can see that all the Prophets are God’s Prophets and their mission is to teach and to explain GOD to the people.
Whichever religion we believe in or whatever name we gave a name to those religions, we all pray to and practice for the same GOD that all of us believe in, pray to and practice for.
On the contrary, we have been fighting and killing each other for God along centuries while pretending that there are different GODS and religions.
So, what we are going to say on Doomsday if GOD will ask why we killed each other. Should we reply that we did it for you, how we can give an answer in the case that GOD says: “Did not I create both you and the people you had killed?”
All the religions have common order for the people that:”Do not treat others in a bad way that you do not like to be treated so. Do the others favor that you like to be done so.”
What is the reason that we cannot understand this beautiful comment and do it so?
How can we get rid of those prejudices and evil activities that infuse our personality and subconscious along the centuries?
The only and proper way is criticize us as an individual and a social group for saving ourselves from the adverse impact of the selfish interest. That means we should struggle with our conscious that produces discrimination and wars.
SO…
Come together, in the “Age of the Wisdom” 21 century, let’s get r id of the mistake that has been existing all centuries long.
Come together, perceive that we have the same origin and hug each other frankly, although we have different colors, languages and religious beliefs.
Come together, get the heaven even in this world and in our lives that God promises in the holy boks.
FRIENDLY LOVE…
(*) P.S. ıf you believe in this invitation, please declare this with your signature to all the leaders of the religions, the governments and authorized organizations via all communication tools.
YOUR PAY OFF WOULD BE INFINITE LOVE AND PEACE AND FRATERNITY
Behzat ŞAŞAL
bsasal@mynet.com // GSM:0537.6839533
P.K. No: 118 [06442] ANKARA/TÜRKİYE
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)