DİN VE QUANTUM FİZİĞİ -II
Behzat Şaşal
Aynı durumu tıp biliminde kullanılan ultraviyole ışınlarına da benzetebiliriz. Ultraviyole ışınlarını hasta olduğumuz organımız üzerine yönelterek o organdaki hastalıkları nasıl tedavi ediyorsak, beyin dalgalarımızı da ultraviyole dalgaları gibi hasta organımız veya hastalığımız üzerine yoğunlaştırarak gönderiyoruz. Ve böylece o organdaki hastalığımızı veya hastalıklarımızı tedavi edebiliyoruz.
Aynı durumu tıp biliminde kullanılan ultraviyole ışınlarına da benzetebiliriz. Ultraviyole ışınlarını hasta olduğumuz organımız üzerine yönelterek o organdaki hastalıkları nasıl tedavi ediyorsak, beyin dalgalarımızı da ultraviyole dalgaları gibi hasta organımız veya hastalığımız üzerine yoğunlaştırarak gönderiyoruz. Ve böylece o organdaki hastalığımızı veya hastalıklarımızı tedavi edebiliyoruz.
Düşüncelerimizin iki tarafı da keskin bir bıçak gibidir. Düşüncelerimizin etkinliği onu hangi biçimde, hangi yönde kullandığımıza bağlıdır.Biz, olumlu düşünüyorsak yayınladığımız frekanslar da olumlu, olumsuz düşünüyorsak, frekanslarımızda olumsuz etkiler. Denemesi bedava. Bunu bizzat kendi üzerinizde deneyebilirsiniz.
Örneğin, en sağlıklı olduğunu bildiğiniz organınız üzerinde bir hastalık düşünün. En kısa zamanda düşündüğünüz şekilde o organınızın hastalandığını göreceksiniz. Veya, uygulamanızı hasta olan bir organınızın üzerine yöneltin ve organınızın gayet sıhhatli, sağlıklı, sağlam olduğu düşüncesine yoğunlaşın. Hasta olan o organınızda iyileşme olduğunu hissedecek ve göreceksiniz. Basın yoluyla olsun, çevrenizde görme veya duyma yoluyla olsun, tıp biliminin yetersiz kalıp, “artık düzelmez” dedikleri hastaların hastalıklarını bir çok insanın sadece inanç gücüyle yenerek iyi olduklarını duymuş, görmüş, okumuş olabilirsiniz. Yalnız burada düşünme gücüyle diyorsak şüphesiz bu düzelme yalnızca saf ve yüzeysel bir düşünceyle olacak bir iş değildir.
Öncelikle “düşünme “ dediğimiz olayın “inanç” kuvvetinde olması ve bu arada beslenme ve yaşam koşullarına da dikkat edilmesi gerektiği inancındayız. Yalnız burada önemle dikkat edilmesi gereken husus, düşüncelerimizin yüzeysel değil, inanç düzeyinde derinlemesine olması gerektiğidir. Ancak, bu şekilde olunca yani düşüncelerimiz inanç gücünde olunca etkili olabilir. Lütfen, düşündüklerinizi ve hafızanızı biraz zorlayınız, inanç gücüyle yapılan, elde edilen başarıları bir anımsamaya çalışınız. Bu başarılar sağlık, spor veya çalışma alanları gibi değişik alanlarda olabilir ve olmaktadır.Peki, düşüncelerimiz ve inançlarımız ne gibi bir etkinliğe, güce ve işleve sahip bulunmaktadır ki, hücrelerimizin iç yapısına kadar işlemekte ve etkin olabilmektedir ?Bilimsel bir araştırmaya göre düşüncelerimiz bir saniyenin dörtte birinden daha kısa bir zamanda,13 salisede kan hücrelerimiz üzerinde etkili olduğu saptanmıştır. Korktuğumuzda, heyecanlandığımızda, sevindiğimizde ve buna benzer duygu ve düşünceler içinde olduğumuzda lütfen vücudunuzda oluşan değişimleri bir düşünün.İşte, bu ve buna benzer duygu ve düşüncelerimiz yalnızca kan hücrelerimizi değil, aynı zamanda bütün hücresel yapımızı da etkilemektedir. Örneğin, duygusal olduğunuz anlarda kalp atışlarınızdaki değişimi dikkate alınız. Düşünce ve inançlarımız, düşünce ve inanç yapısına göre bir frekans yayınlamaktadır. Bu düşünce ve inanç frekanslarımız bedenimiz içinde kendine uygun frekanslarla birleşerek etkin hale gelebilmektedir.
Bu etkinlik hücre yapımız içindeki DNA, RNA ve genetik yapımıza kadar etkili olabilmektedir. Konuyu, yani düşüncelerimizi yalnızca tıbbi yönden ele alırsak, düşüncelerimiz olumsuz yönde ise vücudumuz ve hücrelerimiz üzerinde olumsuz etkinliklerde bulunarak hastalığımız veya hastalıklarımızın artmasına neden olmaktadır.
Düşüncelerimiz olumlu yönde ise, düşünce frekanslarımız olumlu yönde etkileyerek hastalık veya hastalıklarımızı yenmemizde etkili olmaktadır.Peki, hücre yapımız içindeki bu DNA’lar, RNA’lar ve genetik yapımız nedir, nereden gelmektedir? Genetik yapımız içinde olduğuna ve dini inançlarda da varlığına inandığımız “KADER” denilen olayla bağlantısı nedir? Bütün bunlar nasıl oluşmuş veya oluşmaktadır?
Hücre yapımız içinde bu DNA, RNA ve genetik yapımızın bizim geçmiş ve gelecek yaşamımızla bir ilgisi bir bağlantısı var mıdır, varsa bu bağlantı nereden gelmektedir ?Peki, bütün bu oluşumların din ve Allah dediğimiz inançla bir ilgisi bir bağlantısı var mıdır?Öncelikle ve samimiyetle şunu belirtmeliyim ki, hücre yapımızın içindeki bu DNA’ların RNA’ların ve genetik yapımızın ne olduğu, bu varlıkların, bu oluşumların nereden geldiğini bugün bilim de bilmemektedir. En azından ben böyle biliyorum.Hücre yapımızın içinde var olan DNA, RNA ve genetik yapımız ve onların işlevleri bu işlevlerin etkinlikleri nedir ? Bunlar nereden kaynaklanmaktadır, kaynağı nedir, bunları bu günün bilimiyle açıklayamıyoruz. Fakat, bütün bunların varlıklarını biliyoruz. Bunların üzerinde bilimsel araştırmalar yapıyor, şifrelerini çözümlüyoruz ve bu güne dek bilinmeyen birçok şeyi bilinir hale getiriyoruz. Fakat, varlıklarını bildiğimiz ve üzerlerinde bilimsel araştırmalar yaptığımız atomun içindeki kuantum parçacıklarının, hücredeki DNA ve genetik şifrelerinin öz kaynağının nasıl oluştuklarını bilemiyoruz.Ama, binler hatta milyonlarca bilginin, şifrenin, DNA veya genetik denilen gözle değil elektro mikroskopla bile zor görülen bu parçacıkların içine bu bilgiler nasıl sığdırılmış, nasıl depo edilmiş, akıl sır erecek gibi bir olay değil !.. İşte bunları bilemiyor, bunları çözemiyoruz.Peki, DNA’larımızın ve genetik yapımızın içinde şifreler halinde bulunan ve yüzeye çıkarılan, sağlığımızla veya yeteneklerimizle ilgili olsun, bu bulguların dini inançlarda inanılan “kader” denilen inançla ilgisi ve bağlantısı var mıdır ? Varsa, bu bağlantı nedir ?Dini inançlarımız içinde “külli irade, cüzi irade” yani, büyük irade küçük irade diye tanımlanan inançla birlikte, “kaderini insanlar kendi yaratır” şeklinde de bir inancımız vardır. Şimdi bu sözcüklerin ifade ettiği anlamlarını hücrelerimizin yapısı üzerinden açıklamaya çalışalım.Öncelikle, hücre yapımızın içinde bulunan ve bütün özelliklerimizi hatta geleceğimizi ve geçmişimiz üzerinde etkili olan bu DNA, RNA ve genlerin tesadüfen rast gele olabilmesi mümkün müdür? Bu oluşumu tesadüfen meydana gelen bir tabiat, bir doğa olayı olarak kabul edebilir miyiz? Bunları tesadüfen oluşan bir tabiat, bir doğa olayı olarak kabul edersek; tesadüfen oluşan bir olayın milyonlarca yıldan beri hiç şaşmadan, hiçbir değişime uğramadan oluşması ve devamlılığı mümkün müdür? Mümkündür dersek bu mantıklı ve akılcı olur mu? Siz bu soruları düşünürken, biz konuyu dinsel inançlar açısından da açıklamaya çalışalım.Hücremizin içine bu DNA, RNA ve genetik yapımızın yerleştirilme olayına külli irade yani büyük irade diyelim.
İşte biz insanlar tarafından düşünce ve inanç gücümüzle hücre yapımızın içindeki DNA, RNA ve genetik yapı içinde var olan bize özgü özellik ve yeteneklerimizi, düşünce ve inançlarımızla yüzeye çıkararak onları kullanır, uygulanır hale getirmeye de cüzi irade, küçük irade ve halk deyimiyle “kader” demekteyiz. Yani, “kaderini insanlar kendileri yaratırlar” sözüyle ifade edilmek, anlatılmak istenen bizce budur.Kısacası, DNA, RNA ve genetik yapımızın içinde var olan yetenek, kabiliyet ve özelliklerimizin yaşamımız da uygulanır hale dönüşmesi işlemi kendimize bırakılmıştır. Yalnız bizim bunları, yani kendi hücresel yapımız içinde ki genetik yapımızda var olan özelliklerimizi, yetenek ve kabiliyetlerimizi yüzeye çıkarıp uygulanır hale dönüştürebilmemiz için, öncelikle bunlar üzerinde düşünmemiz, düşünmemizin de üstünde buna bilinçli bir şekilde inanmamız gerekir.
Bu durumu, şöyle basit anlaşılır bir örnekle açıklayalım: Yer altında 1500 metre derinliğinde petrol veya değerli bir başka cevherler olduğunu düşünelim. Bu petrolü veya değerli cevherleri çıkarabilmemiz için ne yapmamız gerekir ?
Toprak altına en azından 1500 metreye inmemiz gerekir.
1500 metre inmezsek o petrolü veya cevherleri yer yüzüne çıkaramayız ve kullanamayız. İşte genetik yapımız içinde gizli vaziyette bulunan yeteneklerimiz ve özelliklerimiz de yer altındaki petrol veya cevherlere benzer. Kendi kişisel yeteneklerimizin, cevherlerimizin yüzeye çıkıp kullanılabilir hale gelebilmesi için; düşüncelerimizin, inançlarımızın o konuda güçlü ve kuvvetli olması gerekir. Yoksa yalnızca düşünmek, özellikle yapıcı etkinlikte değil de yüzeysel olan düşünmek o cevherin bulunduğu yere inemeyeceği için etkin olamayacaktır. Yani, yer altında 1500 metre de bulunan cevher için biz ancak 1200 metreye kadar inebiliyorsak, o cevhere ulaşamayız ve onu yeryüzüne çıkaramayız.Bu gibi durumlarda birçok insan, “ben de düşünüyorum ama bir netice elde edemiyorum. Demek ki yalnızca düşünmekle bu işler olmuyor” diyerek, düşünme eylemine inanmamakta ve hatta karşı çıkmaktadır.Yalnızca düşünmek elbette yeterli değildir. Öncelikle düşünmek denilen eylem yüzeysel değil, inanç derecesinde güçlü bir düşünce olmalıdır. Bununla birlikte düşüncelerinizin ve inançlarınızın oluşması için gerekli çalışmaları da yapmanız gerekir. Yoksa ben düşünüyorum ve inançlıyım deyip bu uğurda hiçbir şey yapmadan yan gelip yatmak, yattığımız yerden düşüncelerimizin oluşmasını istemek yeterli değildir.
Örneğin, en basit olarak diyelim ki ben, bir kitap yazmak, bir eser vermek istiyorum. Elime kalemi kağıdı almadan, düşüncelerimiz doğrultusunda yazı yazmadan, sırf düşünüyorum diye eser oluşur mu ? Yeteneklerinizin, cevherinizin var olduğunu bilmek, onları yeryüzüne çıkarmakta da yeterli değil. Çünkü, onların işler hale gelmesi için onlar üzerinde çalışmak gerekir. İstediğin kadar cevhere sahip ol, o cevheri işlemezsen o cevherler kendiliğinden oluşmaz, bir şeyler ortaya çıkmaz. O cevherleri işleyerek bir şeyler yapmak,ortaya bir şeyler çıkarmak sizin yapacağınız bir şeydir. Örneğin, bir çiftçi tarlasını sürer ve ne yetiştirecekse onun tohumunu eker. Fakat ektiği tohumun yetişmesi, oluşması için gerekli bakımı ve gerekli işlemleri yapmazsa yine o tarladan istediği mahsulü alamaz. İnsanın genetik yapısı ile sahip olduğu yetenek ve özellikler de böyledir. O yetenek ve özelliklerin oluşması için gerekli çalışmaları yapmazsanız, o yetenek ve özellikler ortaya çıkmaz ve dolayısıyla hiçbir işe yaramaz.
Friedrich SCHİLLER’in şu sözünü hiçbir zaman unutmayalım ve bilimsel olarak inceleyelim. “Şans diye bir şey yoktur, bize tümüyle rastlantı gibi görünen şeyler, kaderin en derinliklerindeki kaynaktan fışkırır.” Bu kaynak DNA, RNA ve genetik yapımızdır. Allah inancıyla bağımlı olarak “kader” dediğimiz oluşumlar, yine, Allah tarafından yapımızı oluşturan atom ve hücrenin içine yerleştirilmiş durumdadır. Bu yerleşim; atomlarda kuantum parçacıkları, hücrede genetik şifreler şeklindedir. Bize düşen beynimizin yapısını oluşturan bu atom ve hücrelerimiz içine yerleştirilmiş özelliklerimizi yüzeye çıkarak kullanmaktır. İşte o zaman kaderimizi elde etmiş oluruz. Hücre yapımızın içinde bulunan atomla, hücrenin işlevleri öylesine birbiriyle kaynaşmış ve öylesine özdeş halde bulunmaktadır ki, hangi işlem hangisine aittir ayrımını yapmak imkansız denecek durumdadır. Ancak, atom ve hücreyi birbirinden kesin bir şekilde ayırdıktan sonra işlevlerini ayırt etmek mümkün olabilir. Fakat, yinede atom içindeki kuantum parçacıklarının işlevleri ile, hücre yapımız içindeki genetik yapımızın şifrelerinin işlevleri ayırt edilemeyecek kadar birbirine yakındır.
Hattâ iç içedir. Fizik dalında bilimsel araştırmalarıyla en büyük bilim ödülü olan “Nobel” kazanmış fizikçiler, atomun iç yapısında meydana gelen oluşumları ve özellikle kuantum parçacıkları hakkındaki bilimsel açıklamalar, birbirlerinin buluşlarını tamamlar durumdadır.Örneğin; James Maxwel, Atomların oluşturduğu elektromanyetizma oluşumlarını, fizik kanunları şeklinde formüle etti. Bu buluşa göre ışık, elektromanyetik bir dalgaydı.Örneğin; Philippe Lenard, Atom elektronlarının foto-elektrik olayındaki rolünü, etkinliğini ortaya koydu.Örneğin; Albert Einstein; fizikçiler arasında ışığın dalga olayı mı, yoksa parçacık olayı mı olduğu üzerindeki ayrım ve tartışmaları ortadan kaldıracak şekilde, bilimsel olarak ışığın hem dalgacık hem de parçacık karakterinde olduğunu ortaya koydu.Atom çekirdeğinin içindeki parçacıklara Kuant kavramını ilk kez Max Planch kullanmıştır.
Albert Einstein’de bu kuant kavramını Foton kavramı ile eşdeğer anlamda kullanmıştır.
Çünkü Kuant’ta, Foton’da ışık veren ve ışık tanecikleri taşıyan parçacık olarak tanımlanmaktadır.Foton için “optik kuant” kavramı da kullanılmaktadır.
Çünkü, fotonlar aynı zamanda elektromanyetik kuvvetlerin etkileşim partikülleri olarak kabul edilmektedir.Bu açıklamaları topluca analiz ederek açıklarsak: Atomlardan kuant parçacıkları ile ilgili parçacık-partikül teorisi ve buna bağlı olarak Dalga teorisi; ışık parçacıklarından meydana gelen bir oluşumdur. Bu parçacıklar bazı açılardan da dalga gibi davranır sonucu elde edilir. Peki bunların, Din ve dini inançlarla bağlantısı nedir ?Bir insanın bedensel yapısının 60 ile 100 trilyon hücreden oluştuğu bilimsel olarak ortaya konmuştur. Biz, bu rakamı ortalama 80 trilyon olarak kabul edelim.Hücre yapımızın içinde atomlar bulunmaktadır. Atomlar diyorum çünkü bir hücrenin içinde birden fazla atom bulunabilmekte, fakat bir hücrede kaç atom olduğu kesin bir rakamla bilinememektedir. Daha doğrusu, ben öyle biliyorum.Bu ne demektir ?Bu, bir insan bedeninde trilyonlarca, algılayan, depo edip arşivleyen gizli kamera var demektir.Kesin olarak bildiğim, insan vücudunda hücre yapısından çok daha fazla atomun bulunmasıdır.
Eğer, vücudumuzda hücre yapımızdan daha fazla atom varsa bu, vücudumuza hücrelerden daha çok atom yapımızın egemenliği söz konusudur. Atomun egemen olması da, atom yapısındaki kuantum parçacıklarının egemenliği demektir. Kuantum parçacıkları da, yalnızca fiziksel özelliklere sahip olmayıp, aynı zamanda Kur’an da birçok ayette belirtilen Allah’ın bizlere şah damarımızdan daha yakın ve içimizde varlığını yansıtan bir yapıya sahip olduğunu da ortaya koymaktadır. Bu gereğinde, atom ve hücre denilen gizli kameraların, algılayıp depo ederek arşivledikleri bilgileri ortaya koyabilme özelliğine, işlevine de sahip bulundukları demektir.Bu, Kur’andaki birçok ayetin bilimsel olarak açıklanması ve bilimsellik kazanması demektir.
Örneğin; “Kur’an, tabiat kanunları için Allah’ın ilahi kanunlarıdır” diyor.Fetih suresi 48/23Lütfen bu ayetin üzerinde bilimsel olarak düşününüz. Tabiatı oluşturan atom ve hücre yapısı ile ne anlatılmak istendiği ve ayetle olan uyumu ve örtüşmesi üzerinde çok, hem de çok düşününüz. “Göklerde ve yerde nice ayetler vardır ki, onların yanından hiç düşünmeden, yüz çevirerek geçerler” Yusuf suresi 10/105“Biz onlara ayetlerimizi ufuklarda (dış dünyada) ve kendi içlerinde (iç yapılarında) göstereceğiz.”Fussilet suresi 41/53“Biz her şeyi nezdimizde (huzurumuzda) bulunan bir düzene, bir plana göre yarattık!” Kamer suresi 54/49“Gece ve gündüz tesbih ederler, hiç ara vermezler. Onlar için ibadet tabii ve aralıksızdır.”
Enbiya suresi 21/20Burada bütün varlıkların yapısını oluşturan Atom ve hücrenin iç yapısındaki hareketlilikAllah’ı tesbih (ibadet) olarak anlatılmış olmuyor mu ?“Nerede olsanız o sizinle beraberdir. Çünkü size hayat veren ruhunuz o’na bağlıdır. Allah yaptıklarınızı görmektedir.”
Hadid suresi 57/4“Nihayet oraya vardıklarında kulakları, gözleri ve derileri yaptıkları hakkında aleyhlerinde ve lehlerinde şahitlik edecektir.”
Fussilet suresi 41/20Dikkat ediniz, yalnızca ellerimiz, ayaklarımız ve derilerimiz değil atom ve hücreden oluşan bütün organlarımız şahitlik edecektir.“Göklerde ve yerde olanları bilir, gizlediğiniz ve açığa vurduğunuz şeyleri de bilir. Allah, göğüslerin özünü bilendir.”
Tekabün Suresi: 64/4“Sözünü açık söylesen de, gizli söylesen de, muhakkak o gizliyi de ondan daha gizlisini de bilir”
Taha suresi 20/7“Rabbin, gökte ve yerde konuşulan her sözü bilir. O’ndan gizli kalan hiçbir şey yoktur.O işitendir, bilendir.” Enbiya suresi 21/4“Siz, açıklasanız da, gizleseniz de, biz sizin kalbinizden geçenleri biliriz.”Mülk suresi 67/13“Siz, yaptıklarınızın gizli kalacağını mı sanıyorsunuz ? Biz sizin düşündüklerinizi biliriz.”Nahl suresi 16/19Kur’an bir çok ayetin sonunda insanları; “siz hiç düşünmez misiniz ! siz hiç akıl etmez misiniz ?” mealinde ayetlerle defalarca uyarmaktadır. Yani Kur’an, karşısında düşünen, akıl yürüten insanlar istemektedir. Kur’an, bilen insanla bilmeyen insanı, yani bir başka deyişle bilgili insanla bilgisiz insanı aynı derecede değerlendirmeyeceğini açıkça belirtmektedir.
Örneğin;“Hiç bilenle bilmeyen bir olur mu?”
Zümmer suresi 39/9“Allah, aklını kullanmayanların üstüne belalar yağdırır.”
Yunus suresi 10/100“Allah’a ancak bilgin kulları gereğince saygı gösterir.”
Fatır suresi 35/28“And olsun, biz Kur’anı öğüt alınsın diye kolaylaştırdık.
Düşünen öğüt alan var mı hiç?”Kamer suresi 54/17Bakın Kur’an, insanları uyarmaya nasıl devam ediyor ?“Allah, kullarının her halini haber alandır, görendir.”
Fatır suresi 35/38“Dilediğinizi yapın o, yaptıklarınızı görmektedir.” Fussilet suresi 41/40“Şüphesiz Allah, göklerin ve yerin gizlisini bilir, Allah yaptıklarınızı görmektedir.”Hucurat suresi 49/18Allah’ın Kur’anda belirttiği gözetlenmek olayı, her şeyi bilmek hattâ kalbimizden geçenleri, beynimizde ki düşünceleri bile bilmektedir ? Şüphesiz bunların hepsi beden yapımızı oluşturan ve birer gizli kamera gibi çalışma özelliğine sahip bulunan atom ve hücre yapımız sayesinde olmaktadır.Bakın Kur’an biz insanları nasıl uyarmaktadır.“Göğü yeri ve ikisi arasındakileri boş yere yaratmadık. Bunlar bir tesadüf eseri değildir, bu inkar edenlerin zannıdır.” Sad suresi 38/27“Bizim sizi boş yere bir oyun bir eğlence olarak yarattığımızı ve sizin bize döndürülüp getirilmeyeceğinizi (hesap vermeyeceğinizi ) mi sandınız” Müminun suresi 21/115Hele insanlara meydan okurcasına ve onları açıkça bilime ve bilimsel araştırmaya davet eden şu ayeti defalarca dikkatle okuyunuz ve gerekli bilimsel araştırmayı yapınız.“Neden Kur’anı dikkatle incelemiyorlar?Yoksa akılları üzerinde kilitler mi var? “ Muhammed suresi 47/24Bedensel yapımızı oluşturan atom ve hücre yapımız, bizim doğumumuzdan ölümümüze dek, kendi yapısına, daha doğrusu bizim yapımıza uygun bizi yansıtan frekans yayınlar. Yayınlanan bu frekanslar, bizim ölümümüzden sonra yok olmamakta, sonsuza dek varlığını korumaktadır. İşte bu frekanslar yalnızca beden yapımızı değil, yaşamımız boyunca yaptığımız konuşmaları, düşüncelerimizi ve kalbimizden geçirdiklerimizi yansıtmakta ve bunlar varlıklarını sonsuza dek uzayda korumaktadır.Bunun içindir ki...
Hazreti İsa; “Taş taş üstünde kalmayacak, ama hiçbir konuşmanız yok olmayacaktır” demiştir.
“Rabbim, gökte ve yerde konuşulan her sözü bilir. O’ndan gizli kalan hiçbir şey yoktur. O işiten, bilendir.” Enbiya suresi: 11/4“Siz, açıklasanız da, gizleseniz de, biz sizin kalbinizden geçenleri biliriz.” Mülk suresi: 67/13“Siz, yaptıklarınızın gizli kalacağını mı sanıyorsunuz ? Biz sizin düşündüklerinizi biliriz.” Nahl suresi: 16/19Kur’an da yer alan bu ve buna benzer ayetleri nasıl algılayabilir ve nasıl açıklayabiliriz ?
ATATÜRK’ÜN ÖNGÖRÜSÜ :
Bütün bu oluşumlar, atom ve hücre yapımızdan bizim kontrolümüz dışında yayınlanan ve bizim varlığımızı yansıtan frekanslar sayesinde olmaktadır. Yalnızca bir kumandan ve devlet adamı değil, aynı zamanda büyük bir düşünür ve bilge kişi olan “ATATÜRK” bakın 1936 yılında Profesör Afet İNAN’a bu konudaki düşüncelerini nasıl açıklıyor ? Profesör Afet İnan, Atatürk’ün bu sözlerini “Atatürk’ten Hatıralar ve Belgeler” isimli kitabında yayınlamıştır. “Tabiatta bilirsiniz ki hiçbir şey yok olmaz, ne bir ses, ne bir söz, ne bir hareket... Oldukları çağ ne kadar eski olursa olsun, bütün bu oluşlar oldukları andaki gibi tabiat içindedirler. Bu dalgalanmada zaman ve mesafe mefhumu yoktur. Yarın, bizi saran tabiat unsurları içinde binlerce ve binlerce sene evvel söylenmiş sözleri olduğu gibi toplayıp tespit etmek imkânına elbette varılacaktır. Tabiatın bu gün için esrar dolu sinesine gireceği muhakkak olan insan zekâsı, beklenen hakikatleri ortaya koyacaktır. Çünkü, tarih belgelerinin ilerdeki keşifleri buna dayanacaktır. Her tarihi şahsın söylediği sözler toplanabilecek ve böylece biz onları kendi seslerinden ve sözlerinden dinleyeceğiz” demektedir.
Atatürk’ün bu düşüncelerini, Kur’an da belirttiğimiz ve belirtemediğimiz bu yöndeki ayetlerle, birlikte özellikle elektromanyetik alanda ki teknolojik bulguların nasıl birbirini tamamladığını lütfen dikkatle inceleyiniz. Ayrıca, bizim burada belirtemediğimiz bu ve buna benzer ayetlerle, teknolojik bulgular ve uygulamalar üzerinde bilimsel olarak düşününüz ve bilimsel araştırmalar yapınız. İnanın, bizim düşünüp burada belirtemediğimiz daha birçok derinliklere, gizliliklere ve bilinmeyenlere ulaşacaksınız.
Atatürk’ün bu sözleri ile elektronik ve elektromanyetik sistemle çalışan son teknolojik bulguları ve uygulamaları da dikkate alarak, bunların üzerinde düşününüz. Örneğin, görüntülü cep telefonları ile bilgisayar üzerinde düşününüz. Küçücük bir cep telefonu veya bir bilgisayarla dünyanın neresinde olunursa olunsun, karşılıklı konuşur gibi birbirinizi görerek konuşabilmektesiniz. Buna bir de televizyon yayınlarını ekleyin. Bu iletişim olayı nasıl gerçekleşmektedir ?Bu ve buna benzer bütün iletişim olayları uydu aracılığı ile uydu sistemi ile olmaktadır. Dünyamızdan binlerce kilometre uzağa atılan uydularla dünyamızdaki iletişim sağlanmaktadır. Bu iletişimin sağlanma olayı da birkaç saniye içinde olmaktadır.
Atatürk’ün sözleri ile, yalnızca iletişim ve haberleşme alanında kullanılan teknolojiyi değil, belirttiğimiz Kur-an’daki ayetlerle bağlantı kurarak birlikte düşününüz ve değerlendiriniz.“Göklerde ve yerde inanmak isteyenler için ibret dolu mesajlar vardır”
Casiye suresi : 45/3 “Her şey Allah’ın plânı, idaresi ve ilmi dahilinde gerçekleşmektedir”
Maide suresi: 5/57“Gayb (bilinmeyen) aleminin, bilgi alanı dışındaki güçlerin ve imkânların anahtarı, şifreleri Allah’ın elindedir. Anahtarı, şifreleri O’ndan başkası bilmez. Karada, denizde ve havada ne varsa O bilir. O’nun bilgisi dışında bir yaprak bile düşmez. Yerin karanlıkları içinde tek bir taneyi dahi bilir. Yaş ve kuru (hücre ve atom) canlı ve ölü ne varsa, hepsi, her şey doğruları, hak’ı ortaya koyan kâinatın kayıp sicilinde Kanunlar ve İlkeler kitabında bilgi işlem merkezinde (Levh-i Mahfuzda) yazılıdır.” Enam suresi: 6/59Buradaki açıklamaları lütfen bir bütün olarak ele alın ve bütün olarak değerlendirin.Özet olarak; Atatürk’ün açıklamalarından başlayarak cep telefonları, televizyonlar ve bilgisayarlardaki internet ve karşılıklı görüşmeleri sağlayan sistemleri, yukarıdaki ayetlerle birlikte düşünüp değerlendiriniz. Bu değerlendirmeden bir sonuç elde etmek istiyorsanız, adına doğa dediğimiz, tabiat kanunlarını ve bu kanunların değişmez, şaşmaz işleyiş sistemini inceleyiniz. Bunu incelebilmeniz için de, tabiat varlıklarının temel yapısını oluşturan atom ve hücrenin iç yapısına giriniz. Hücre yapısı içindeki DNA, RNA ve genetik yapının özüne ve işleyişine, atomun iç yapısındaki nötron, elektron, pozitron ve çekirdek, çekirdeğin içinde kuantum parçacıklarını inceleyiniz. Bunların hepsi doğa, tabiat denilen sistemin işleyiş kanunlarını oluşturmaktadır. Bütün bu oluşumları da Kur’an, bakın ne kadar kısa, açık, öz ve veciz bir şekilde açıklamaktadır:Kur-an: “tabiat kanunları için Allah’ın İlâhi Kanunları” demektedir. Fetih suresi: 48/23Daha ne söylenilsin, daha nasıl açıklansın ?“Anlayan için sivri sinek saz, anlamayan için davul zurna az...” Daha ne söylenebilir ki !... Buraya kadar yazdıklarımızın ve yaptığımız açıklamaların dikkate alınarak, sizleri haddim olmayarak, bilimsel düşünmeye, bilimsel araştırmaya ve bilimsel değerlendirmeye davet ediyorum.Evrende bütün varlıkların temel taşı olan atom ve hücreyi, isterseniz ayrı-ayrı, isterseniz ikisini birlikte birleştirerek, özleştirerek ele alınız. İnsanlar, yani bizler, atomun ve hücre nin iç yapılarından kaynaklanan manyetik ve biyomanyetik dalgalarla, yani oluşturdukları frekanslarla, Allah denilen varlıkla ilişki kurmakta, O’nunla iletişim içinde olmaktayız. Bu işin olasılığı üzerinde düşününüz. Kısaca; Atom, yapısı içindeki kuantum parçacıkları ile yayınladığı frekanslarla hem kendisinin hem de bizlerin Allah ile bağlantımızı, iletişimizi sağlamaktadır.Beden yapımızı oluşturan Atom ve atomun içindeki kuantum parçacıkları dahil olmak üzere, ataom ve hücre yapımızdan ve bizi yansıtan frekanslarımızla insan ve Allah bağlantısını böyle görüyor ve böyle açıklamaya çalışıyoruz.Bundan sonraki değerlendirmeyi sizlere bırakıyorum.Sonuç olarak:Bazı çevreler atomu cansız, hücreyi canlı varlık olarak kabul etmektedirler. En büyük yanılgımız ve aldanışımız buradadır. Lütfen, şöyle bir varlık düşünün. İçinde akıl almaz bir hız ve hareketlilik ve yine akıl almaz bir enerji bulunsun. İçinde hareketlilik ve enerji bulunan bir varlığı cansız olarak kabul edebilir misiniz ? Eğer kabul ederseniz bu akılcı ve bilimsel olur mu ? Oysa hücre yapısının canlılık özelliği başka, atom denilen varlığın canlılık özelliği başka görünümdedir. Bu iki farklılığın özde birleştiğini, bütünleşip özdeşleştiğini neden göremiyor ve kabul edemiyoruz. Ne zaman ki bilim, atom ve hücre ikilisinin özde birleştiğini görecek ve bilimsel araştırmalarını bu anlayışla yapmaya başlayacaktır. İşte o zaman insanlığın önünde yepyeni bilim kapıları açılacak ve insanlık yepyeni bilimsel sonuçlara ulaşacaktır.Örneğin; bu günkü bilim düzeyinin yetersizliğinden, fizikötesi, bilimdışı metafizik denilen birçok olay ve oluşumların hiçte sanıldığı gibi fizikötesi, bilimdışı ve metafizik olaylar olmadığı ortaya çıkacaktır. Tam aksine bunların hepsinin bilimsel birer olay ve oluşum oldukları anlaşılacaktır.İşte o zaman insanlar, din ve Allah varlığına bilimsel yollarla ulaşacak ve bilimsel olarak inanacaktır.Tıpkı Kur-an da belirttiği gibi; “Hiç bilenle bilmeyen bir olur mu ?” Zümer suresi: 39/9“Allah’a ancak, bilgin kulları gereğince saygı gösterir.”Fatır suresi 35/28
YARARLANILAN KAYNAKLAR:Kur-an Mesajı – Meal, Tefsir, Muhammed Esed, Kur-an – Hükümler Dizisi, Feridun Narin Quantum Fiziği, Dr. Hakkı Açıkalın Tıp Ansiklopedisi, J.A.C. BROWN Sağlık Ansiklopedisi, Arkın Kitabevi Sağlığımız, Herkesin Tıp Ansiklopedisi, Gelişim Yayınları Atatürk’ten Hatıralar ve Belgeler, Prof. Afet İnan
ÖNEMLİ NOT : Bu makaledeki açıklamalar bütün insanlığa aittir. Makalede işlenen konulara katılıyorsanız; lütfen bu makaleyi mümkün olduğu kadar yayınlayıp çoğaltmak suretiyle bütün insanlığa duyurup mâlediniz. Teşekkürler.
SAYGILARIMLA, Behzat ŞAŞALE.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder